Öğle arası yemeğimi yerken klinik şefi geliyor ve “Sana biletini verdim mi?” diye soruyor. Herhangi bir etkinlik için biletim yok. “Büyük ilham günü” adlı toplantıya biletimi uzatıyor. O an pazartesi hasta görmeyeceğimi ve tüm günün etkinliğe ayrıldığını hatırlıyorum.
“Sakın kaybetme” diyor esprili bir dille. “Değeri 3.000 SEK (2.000 TL)”.
Organizatörün internet sitesine girip programı inceliyorum. İsveç’te aralarında ünlü isimlerin de yer aldığı bir topluluk turne halinde ülkeyi dolaşıyor. Mayıs ayı içinde en az 7-8 kentte seminer verecekler. Gün içinde çekilişle hediyeler bile dağıtılıyor. Az çok beni neyin beklediğini tahmin ediyorum.
Soğuk ve sisli pazartesi sabahında tarihi kentin sahiline varıyorum. Küçük ada kentinin konferans salonu modern, büyük ve göz alıcı. Mesai arkadaşlarımla toplanıyoruz. İçerisi giderek kalabalıklaşıyor. En az 500 kişi varız. Günün akışı dakikası dakikasına planlandığı gibi gerçekleşiyor. Program cinselliğe dayalı ucuz bir gösteri ve esprilerle başlıyor. Film yönetmeninden iş kadınına, Eurovision’un eski sunucusundan köşe yazarına 6-7 konuşmacı dinliyoruz. Sunumlar arasında dikkatimi çeken birkaç ilginç hikâye dışında günün büyük çoğunluğu benim için sıkıcı. ‘İsveç zihniyeti’ üzerine olan konuşma salonu kahkahalardan kırıp geçirirken ‘kültür’ açısından ben de bilgilerimi arttırır gibiyim.
Günün genelinde “olumlu düşünün”, “takım çalışmasına değer verin”, “zorluklarla mücadele edin”, “pes etmeyin”, “fark yaratın”, “trendleri takipte kalın” gibi mesajlar veriliyor. İşverenlerin bilet ücretlerini karşıladığı bu toplantıda amaç anlatılanlardan motivasyon ve ilham alıp, bunu iş yerinde artı değer olarak yansıtmak. Oysa kapitalist düzenlerin bu motivasyon sloganları kabak tadı vermenin ötesine geçti.
İş arkadaşlarımla sohbetimizde ilham gününde ‘sıkıldığımı’ söylediğimde bana şaşkınlıkla bakılıyor. İnsan her gün olumlu düşünemez! Bu olumsuz düşüneceği anlamına da gelmez. Günlerin akışında ruhsal bir ritmimiz var. İnişler ve çıkışlar yaşarız. Algılarımızı zorla bir yöne doğru evriltemeyiz. Üstelik bireyin içinde bulunduğu gerek toplumsal-ekonomik durum, gerekse içinden geçtiği özelindeki süreçlerin ağırlığı, belirleyiciliği vardır. Bunlar göz ardı edilemez. Çalışma yaşamına telkin edilen bu mesajlar bana samimi gelmiyor. Hal böyleyken de toplantıya katılmak yerine mesaimi yapmayı özünde tercih ederdim.
Konuşmaların bir noktasında İskandinavya’da günümüzde de geçerliliğini sürdüren ‘Jante Kuralları’ üzerine düşündüm. Birkaç maddeden oluşan bu kurallara göre genel ortalamanın dışında çıkamazsınız. İskandinav toplumunda sivrilmek, öne geçmek, önemsenmek istediğinizde sizi ortalamaya çekerler. Böylesi bir topluma “fark yaratın” demek insanları biraz da aptal yerine koymak gibi geliyor. Standartlara ve kurallara önem ve ağırlık verilen İskandinav coğrafyasında yaratıcılığa ve farklılıklara kalan pay dar. İş modernite ve pazarlamaya gelince fikirleriniz lazım ama.
Öğleden sonra konferans salonundan ayrıldığımda hava yumuşamış ve açmıştı. Bisikletime atladığım gibi ferah ada yollarından eve döndüm. Büyük (!) ilham günlerine kimin ne ölçüde ihtiyacı var, bilmiyorum. Kendi akışında, doğaya yakın günler beni dinginleştiriyor. Üstelik doğa sanal sloganlar atmıyor. Çınar ağaçları yine yeşil bu bahar, “fark yaratmak” adına pembe açmıyor.