Son yıllarda nerdeyse dayatmaya dönüşen ciddi bir saygısızlık var. Yani sokaktaki insanın tahammülsüzlüğünden ya da en yakın dostların dahi birbirlerine, ilişkilerine duymadığı saygı değil konum. Tam anlamıyla kurumlar eliyle yapılan bir aşırılık söz konusu.
Son yıllarda nerdeyse dayatmaya dönüşen ciddi bir saygısızlık var. Yani sokaktaki insanın tahammülsüzlüğünden ya da en yakın dostların dahi birbirlerine, ilişkilerine duymadığı saygı değil konum. Tam anlamıyla kurumlar eliyle yapılan bir aşırılık söz konusu.
Evet, bir süredir çoğumuz hayatımıza daha farklı anlamlar katmaya çalışıyoruz. Ruhsal olarak tekamülden tutun da, uzak şark felsefeleri dahil pek çok katmandan beslenme gayretindeyiz. Instagram, Twitter felsefe taşı gibi! Sırf iki cümleyle bile olsa amacımız her şeyimizi anlamlandırmak. “Şunu bu yüzden yapıyormuşum, işte küçükken annem böyle yapmadığı için, babam bilmem ne olduğu ya da olmadığı için ben böyleymişim.” Tabii kazdıkça senaryolar, anlam arama hali bitmiyor haliyle. Daha da derine inenler önceki hayatlarından getirdiği ‘bedelleri’ temizlemeye çalışıyor. Bu arada yanlış anlaşılmasın bunların hiçbirine karşı olduğumu anlatmaya çalışmıyorum. Ben aradaki insan telaşını ve sömürü halinde ticarete dökülen bu yolu onaylamadığımı belirtiyorum. Mesele, aslında kendisini varoluşsal olarak konumlayamayan bir insanın, başkaları tarafından tanımlanma hatta tamamlanma ve onaylanma ihtiyacına kadar varan hisleri. Çoğu zaman da histeri halleri. Kendi hikâyesine bakmayışı denilebilir bir ölçüde ve çabasızlığı… Psikoloğa gittiğimizde kimse şapkadan tavşan çıkarmıyor. Bizim hikâyemizi bize başka bir yolla anlatıyor. Senin kendine anlattığın kelimelerin yerine elbette yargı koymadan başka kelimeler seçiyor. Belki de ilk kez yargılanmadığı bir yerde olan insan ne yapsın çaresiz kabullenişine bilmem kaç seans ve bütçenin ardından kavuşmuş oluyor. Fakat ben buna da karşı değilim. Çünkü insanız. O an gerçekten tam olarak ne yaşadığımıza, nasıl yaşadığımıza hakim olamayabiliriz yahut koca bir geçmiş tarafından yutulmuş olabiliriz. Elbette destek alacağız almamak garip olurdu.
Kötülük şurada ki, ayrıca bunu serbest piyasayla falan açıklayamayız. Hiç değilse yazdığımız ve sattığımız kitaplar konusunda bir parça etik olalım. Psikoloji alanında işin uzmanı olmayanları ‘çok satanlar’ şemsiyesinin altına sokup kahramanlaştırmayalım. Bu zaten yayıncıları kurumsal anlamda üfürükçülüğe kapı aralamaktan başka bir yere sevk etmiyor. Günün sonunda harcadığınız insanlar kadar çok para kazanırsınız. Ve o harcanmış yaşamlardan kalan duygular, kehaneti gerçekleştiremediği için o sözleri hunharca etrafa saçanları muhakkak bulur. Çünkü yerçekimi var oldukça denge arayışı bitmez.
Söylediğimiz her sözden, attığımız her adımdan sorumluyuz. Ama ben insanlara mesaj verelim diyemem mümkünse bunu hiç yapmayalım. Kalkışmayalım. Gerçekten bir şey söylemek istiyorsak kendi hikâyemizi olduğu gibi anlatmak kıymetli. Çıkarımların sana kalsın. Gerçekten üstü kalsın. Yazmak da okumak da en naif haliyle bir limana demirlemek gibi gerçekleşir. Yazar kalemini bilgisayarını her neyse alır içinde birikenleri damıtır. Okuyucu da değerli bulduğu kitabı yatak odası kadar en mahrem yerine götürür. Bir ilişki kurulur arada. Okuyan tüm kelimeleri kendi yaşamı üzerinden okur. Tüm hikâye artık onun hikâyesi ve düşünceleriyle de harmanlanır. O kitap artık onun akrabası olur, başucu kitabı olur ne bileyim olur da olur. O yüzden kıymetli yazarlar, kıymetli okuyucular yaratır ya da tam tersi olur. Fakat çok satmak adına yazılan kitaplar parası için, makamı için, güç için kurulan ilişkilere benzer. Sonunda kimseye fayda getirmediği gibi taraflardan biri hatta bazen hepsi muhakkak yolda kalır.
Vallahi tüm bunları dünyayı düzeltmek üzere söylemiyorum. Derdim, insanı mahvetmek için bu kadar uğraşanlar varken, insanı yüceltenler neden olmasın ki? Kimseye didaktik mesajlar da vermek istemiyorum. Herkesin kendi hayat hikâyesini dinleyebilirim. Hepsi özgün gelir. İnsanların, yaşadıklarını anlatma biçimiyle çok ilgiliyim. Fakat önerim olamaz. Olmamalı. Çünkü insanlara tek tip davranış modeli önerenler, onların hikâyelerine saygısızlık yaptıklarının hâlâ farkında değiller. Bizi belli davranış kalıplarına sürükleyen her türlü fikirden uzak ara kaçmak gerek. Üç adımda bilmem ne ya da size bilmem ne yapılıyorsa arkanıza bakmadan gidin, kıymetinizi bilmeyene selam bile vermeyin gibi ucuz hatta bayağı söylemlerin kitaplaştırılmasını ve yayılmasını insana kötülük olarak görüyorum. Onların yollarını kaybetmelerine sebep oluyorlar daha fenası hiçbir yere çıkmayan haritaları ellerine tutuşturuyorlar. Kişisel, ruhsal gelişim adına yapılan bir kötülük var.