Amerika’daki İsrail taraftarlarının siyasette etkili olmalarına rağmen, üniversitelerde ve genelde eğitimli kesimde İsrail’e karşı ciddi eleştiriler yapılmakta.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, İsrail’e olan sempati siyasi açıdan oldukça güçlü olsa da, üniversitelerde durum hiç de öyle değil. Donald Trump iktidarında Amerika’nın İsrail’e verdiği destek, Kudüs şehrinin İsrail’in başkenti olduğunun Amerika tarafından kabulü ve bunun sonucunda büyükelçiliklerini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması ile tescillendi. Ayrıca Golan Tepelerindeki İsrail egemenliğini de tanıyan ABD, Filistin’e maddi desteğini özellikle Birleşmiş Milletlerin bir kurumu olan UNRWA üzerinden kesti. Dolayısıyla Amerika hiçbir zaman olmadığı kadar İsrail’i destekler bir pozisyon aldı. Fakat bilinmesi gereken, Amerika’nın İsrail’in ilk kurulduğu yıllarda askeri yardım yapmayıp ancak 1960’larda silah vermeye başladığı ve baba Bush ile Obama dönemlerinde İsrail ile yerleşimler gibi konularda zıt düştüğüdür.
Bütün bu gelişmelerin ışığında, Amerika’daki İsrail taraftarlarının siyasette etkili olmalarına rağmen, üniversitelerde ve genelde eğitimli kesimde İsrail’e karşı ciddi eleştiriler yapılmakta. Özellikle İsrail’in boykot edilmesini, yaptırımlara tabi tutulmasını ve o ülkedeki yatırımların geri çekilmesini savunan BDS (Boycott, Sanctions, Divestment) akımı oldukça aktif bir şekilde kampüslerde boy gösteriyor. Her ne kadar BDS’nin ABD’de büyük bir başarısı olmasa da, gençler arasında Filistin taraftarı olarak özellikle liberal kesimlerde etkili olduklarını söyleyebiliriz. Bütün bunların temel nedeninin Filistinli akademisyen Edward Said’in (1935-2003) 1978 yılında yazdığı Orientalism kitabının Amerikan sosyal bilimleri üzerindeki etkisinde aramak gerekir. Bu kitapta Said, Batı dünyasında Doğu hakkında asırlardır yapılan araştırmaların sömürgeci devletlerin Doğu halklarını sömürmesinin bir aracı olduğu ve Müsteşrik (Orientalist) olarak adlandırılan Doğu dil ve tarih uzmanlarının, Doğu halklarını küçümsediklerini ve onları tahakküm altına almak için uzmanlıklarını vatandaşı oldukları Batı devletlerinin hizmetine verdiklerini iddia ediyordu. Batı siyasi düşüncesi çerçevesinden yazan Edward Said, özellikle Ortadoğu çalışmaları ve genel olarak sosyal bilimler alanında Amerikan akademisi üzerinde ciddi bir etkiye sahip oldu. Bundan sonra, İsrail’i tanımlarken ‘sömürgeci’, veya ‘apartheid’ gibi terimler sıkça kullanılmaya başladı. Ayrıca, Ortadoğu uzmanlarının en önemli akademik derneği olan MESA’yı (Ortadoğu Çalışmaları Derneği) artan ölçüde Arap yanlısı ve İsrail karşıtı bir pozisyon almakla suçlayan ünlü tarihçi Bernard Lewis, ona karşı İsrail konusunda daha dengeli olacak ASMEA adlı rakip bir akademik dernek kurmayı tercih edecekti.
Ve tabi siyasi gelişmeleri de unutmamak lazım. 1967 Altı Gün Savaşına kadar İsrail zayıf bir devlet olarak algılanırken, bu savaştaki hızlı başarısı ve ciddi manada toprak kazanması, Amerika’da ve Avrupa’da sol ve liberal kesimlerde bu ülkeye olan sempatiyi azalttı. Artık İsrail, bazı çevrelerde güçlü ve Filistin halkını ezen bir devlet olarak görülmeye başladı. Sol hareketler zaten 1960’lardan itibaren FKÖ ve Filistin’in Kurtuluşu için Halkçı Cephe (PFLP) gibi Filistinli örgütlerle ilişki içindeydi. Bu Türkiye’deki sol hareket için de geçerliydi ve bu bağlamda Filistin kamplarına giden sol militanlar vardı. İngiliz İşçi Partisindeki antisemitizm sorununun da bu gelişmeler ile yakından bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak Amerikan bilim dünyasına tekrar baktığımızda hem Arap devletlerinin belli kürsü ve merkezlere yaptığı maddi yardımlar, hem İslam coğrafyasını çalışan akademisyenlerin önemli bir kısmının bu bölgeye belli bir sempati beslemeleri, İsrail’e daha yakın olan bilim insanlarını ciddi baskı altına alabiliyor. Buna mukabil Amerikan üniversitelerinde İsrail kürsüleri de kurulmakla beraber, burada görev yapan akademisyenler her zaman İsrail politikalarını destekleyen kişiler olmayıp daha dengeli yayınlar yapmayı tercih etmekteler.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, ABD’de akademisyenlerin zaten ezici çoğunluğu sol kesimden olması, Filistin’e olan sempatiyi arttırıyor. Bunun üzerine Edward Said’in 40 senedir Amerikan üniversiteleri üzerindeki etkisine Amerikan Yahudilerinin çoğunlukla liberal olmaları ve bunun sonucu olarak Demokrat Partiye oy vermeleri dikkate alındığında, onların da bu mesajlara açık olduklarını açıkça ortaya çıkar ve kampüslerdeki sözlü mücadele veya savaşın hangi boyutlarda olduğu anlaşılabilir. Campus Watch gibi oluşumlar üniversitelerde antisemit veya İsrail karşıtı söylemleri ortaya çıkarmayı hedeflerken, öbür taraftan birçok üniversitede İsrail Apartheid Haftası düzenlenmesi, Filistin-İsrail meselesinin sadece Ortadoğu bölgesinde değil, oradan kilometrelerce uzakta Amerikan kampüslerinde de doludizgin devam ettiğinin kanıtı olarak kendisini gösteriyor.