“One… Two… Three o’clock four o’clock! Rock

Sami AJİ Köşe Yazısı
19 Haziran 2019 Çarşamba

Ne o? Şaşırdınız mı? Hep ciddi konulardan bahsedip sağa sola akıl satacağımı mı sandınız? Biraz da eğlenelim…

2019’un ‘Rock and Roll’ yılı olarak ilan edilmesini talep ediyorum. Onaylanır veya onaylanmaz bilemem. Ancak kulunuz daha şimdiden tanıdık DJ’lerle konuşup, özellikle bu yaz ‘Rock and Roll’dan başka müzik çalınmamasını, çok sıkışırlarsa da en fazla ‘twist’e müsaade edebileceğimi bilhassa belirttim. Aksi halde sevgili eşim ve beni dans pistinde zor görürsünüz dedim. (Bunun ne anlama geleceğini kulunuzu yakından takip eden paparazzi takımı gayet iyi bilmektedir.) Hatta bazı DJ’ler ve dolayısıyla mekânları müşteri bile kaybedebilirler.

Peki, niye bu sene?

Efendim, 65 sene evvel (tam tarih olarak isterseniz 12 Nisan 1954’te) ‘Rock Around the Clock’, ünlü Bill Haley and his Comets tarafından seslendirilmiş ve American Decca şirketi de plağını piyasaya sürmüştü.

İyi güzel de böylesine canlı, hareketli ve sözleri unutulmayan parçanın ‘güfte ve bestesi’ kime ait dersiniz? Max C. Freedman. Bu şarkıyı 60 yaşında iken, ortağı James Myers ile bestelemiş. Düşünün, gençleri nerdeyse çıldırtan notalar ‘bir moruğun’ elinden çıkmış. (Herhalde bu yüzden kulunuz da ilk nağmelerini duyunca hâlâ yerinde duramıyor.)

Devam edelim.

Piyasaya çıkar çıkmaz bu şarkı dünyaya ışık hızı ile yayılıyor ve daha ilk yılında, plakları milyonu aşan satışa ulaşıyor. Dünyanın neredeyse her tarafında hangi radyoyu açsanız, hangi danslı partiye gitseniz mutlaka “one two three o’clock four o’ clock rock” kelimeleri duyulduğu anda millet ortaya fırlıyor ve tempoya uygun her türlü çarpıcı, cesur ve akrobatik diyebileceğimiz figürleri sergiliyordu.

Galiba 1960 yılı idi. Tam hatırlamıyorum. Aynı isimde film İstanbul’a gelmesin mi? Kıyamet koptu. (Filmin afişini görüyorsunuz.) Artık gençler (kulunuz dâhil) bu filme topluca gitmek için okulu bile asıyorlardı. Film esnasında öyle tezahüratlar yapılıyor ve patırtı kopuyordu ki ara sıra kavgalar bile çıkıyordu. Bir ara bazı okullar hocaları da sinemaya gönderip talebelerinin en azından kısmen de olsa sakin olmalarını temin etmeye çalıştılar. Saint Benoit’nin ünlü hocası Monsieur Marcoul bile bizimle gelmişti. Filmin son sahnelerine doğru artık kimse seyirciyi kontrol edemiyordu. Eli ayağı tutan kim varsa sahneye fırlıyor ve dans etmeye başlıyordu. Bir taraftan da filmdekilere de ayak uydurma gayreti içinde idiler.

Bu salgın “sallan yuvarlan” deyimi ile aylar sürdü.

Sonraları, twist, cha cha cha, Calypso, salsa vs. derken ‘rock’ düşüşe geçti. Yıllar yılı unutulur gibi oldu. Son zamanlarda daha sık duymaya başladık. Aynı anda tango hatta vals bile moda olmaya başladı. Niye acaba?

Her ne hikmetse, dansın insan sağlığına faydaları keşfedilmeye başlandı. Uluslararası arenada ciddi sayılan birçok tıp dergisinde konu ile ilgili makaleleri okumaya başladık. Paylaşmaya çalışayım:

Yapılan istatistiklere göre, Alzheimer hastalığını engelleyen en iyi uğraş, yüzde 76 nispetinde danstır. (Eh nüfusumuz da yaşlandığına göre bu niteliğini başta zikretmem normal değil mi?)

Dans ederken tüm kaslarınız çalışır. Evet, ama koşarken veya bir jimnastik salonunda kürek çekerken de kaslar çalışır diyebilirsiniz. Doğru. Ancak partnerinizle dans ederken, hele uyum sağlarsanız her birinizin motivasyonu artar. Bu suretle, stresiniz azalır, kötü düşüncelerden kurtulur ve kendinizi çok daha mutlu hissedebilirsiniz.

Belki şaşacaksınız ama dans etmek özel bir yetenek gerektirmez. Örnek kulunuz. Emin olun doğru dürüst bir adım bile atamazdım. Ama zaman geçtikçe birkaç ders de aldıktan sonra bu işin zevkine vardık ve her fırsatta, çekinmeden sevgili eşimle pistlere fırlamaya başladık.

Bazı tıp uzmanlarına göre dans zihni açarmış. Belli bir dans temposuna uyma gayreti, beyin hücrelerini daha fazla çalıştırıyormuş.

Yazımı uzatmamak için listeyi burada durduruyorum. Ama siz durmayın, derhal Bill Haley’i Google’dan indirin ve “one two three o’clock four o’clock rock” müziğiyle, bir yaşıtınızla, sallanıp yuvarlanmaya başlayın…