Kendim de çok yıpratıcı bir sporun içinde tutkuyla tutunmaya çalıştığım için ve vasatın üstüne çıkmaya çalışırken çoğu kez eleştiriden yıldığım için, seçkin bir sporcu olmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum.
Fransa Açık Erkekler Finalinde, bebek ağlaması sesi yüzünden servis kullanmayı reddeden Nadal’ı izlerken, bu tür elit sporcuların sadece çok çalışarak veya sadece fizyolojik üstünlükleriyle değil, tamamen sahip oldukları zihniyetle en üst düzeye çıktıklarını çok iyi anlıyorum. Briçe yeni başladığım dönemlerde erken gelen bir başarım olmuştu. Henüz bilgim de, pratiğim de azdı. Ama kendimi bir dahi sanıyordum. Hocam bana demişti ki: “Yüzde 25 yarışmaya çıkarken harika hissedeceksin ve fazla çaba harcamadan kazanacaksın. Yüzde 25 yarışmaya felaket hissederek gireceksin ve ne kadar çabalarsan çabala kaybedeceksin. Asıl önemli olan geri kalan yüzde 50. O zamanlarda sadece ‘eh’ hissedeceksin. Fiziksel veya mental bir rahatsızlık olacak üzerinde. İşte bu zamanlarda biraz derin yoğunlaşabilirsen iyi bir sporcu olabilirsin. Eğer bu müsabakaları kazanamazsan spor hayatın söner gider.”
Gerçekten de sporcunun motive olanı yetmiyor, çok çalışanı da yetmiyor. Her şey bir programlama bütünü. Seçkin sporcunun kafa yapısı her şeyi çözmüş durumda. Kızdırılırsa seçeceği metot belirli, hatta 2-3 değişik senaryo var kafasında uygulamaya hazır. Geri düştüğü durumda sinirler çelik gibi, programlama kalkanı düşürmesine izin vermiyor. Davranışsal esneklik içerisinde, kendisinden beklenen tek davranışı sergilemiyor. Kendisini sürekli duruma adapte edecek davranışı bulup uyguluyor.
Tasarlanmış antrenman gelişi güzel antrenmandan daha sıkıcı ancak daha çabuk uzmanlığa ulaştırıyor. Yani isyan edecek kadar tekrardan oluşan ve hedef odaklı idman başarı için gerekli. Bunun yanı sıra, hele küçük yaştan sporculuğa hazırlanan çocuklar için en önemli faktör sporun eğlenceli bir oyun gibi de algılanabilmesi. Zira çocuklar o yaşta fark etmese de işin içinden oyunu ve keyfi çıkarınca spordan soğuyorlar, süreklilik için ızdıraplı antrenmanların yanı sıra biraz da mutluluk olması şart…
Ve en önemlisi, sporcu yaptığı sporu kendisi için yapmalı, ne şan şöhret için, ne ailesi ne de ödüller için… Bu durumda kendisine yöneltilen eleştirileri de vurdumduymazlıkla karşılayabilir.
Sporculardan yola çıkarak çelik gibi bir duruşun iç dünyasını tanıtmaya çalıştım. Bu formülü alıp, başarılı olmak istediğimiz her alana yayabiliriz. Kendimizi programladığımız başarısızlıklar tek seçenek değildir. O kodlama başarılı değilse formülü değiştirebiliriz. NLP, yeni perspektifler bulmak ve o zihniyete uygun alışkanlıklar geliştirmek için faydalı olabilecek bir bilim. Okudukça etkilendim, merak edenlerin göz atmasını öneririm…
Kısacası belki herkes elit sporcu olamayacak, ancak tutkuyu kör bir ısrarla ve başarısızlıkla yıpratmak yerine onu ileri seviyeye taşımaya çalışmak her sporcunun kendisine yapacağı bir iyiliktir…