İki nefes arasında geçiyor yaşam. İki çığlık, iki gözyaşı arasında. Varlarla yoklar arasında geçiyor. Bir bakıyorsun doğmuşsun; bir bakıyorsun, ölmüş.
İkisinin arasını nasıl doldurduğun belirliyor yaşamını. Neler yaptığın anlamlandırıyor. Kimlere dokunduğu yüreğinin aşkla, nelere öfkelendiğin, nelere göz yaşı döktüğün, kimlerle kahkahalarla güldüğün, nerelerde dolaşıp, nelere heyecanlandığın. Dans mı ettin delicesine? Yoksa kapanıp dört duvar arasına surat mı astın?
Neler yaptığın kadar neyi nasıl yaptığın, olana ne tepkiler verdiğin belirliyor yaşamının kalitesini. Bir de neler yediğin.
İki nefes arasındaki anların toplamı yaşam. Ve o anları nasıl doldurduğun: işte yaşamın özeti. Sen doldurdukça anları yaşamını yaratıyorsun çünkü. Anlarını farkına vara vara doldurdukça, izini bıraktıkça anda ya da silikleşmek, yok olmak yerine anlar ışıldadıkça ruhunda, anlarda yaşamını yaratıyorsun. Bu anlamda her birimiz tanrıları ve tanrıçalarıyız yaşamlarımızın; tanrıları ve tanrıçalarıyız kendimizin. Anları doldurdukça öykülerimizle, yaratılarımızla, duygu ve düşüncelerimizle kendimizi de yaratıyoruz çünkü.
Azteklerin ‘tanrıların yemişi’ olarak nitelediği mutluluk verici kakao çekirdeğinden ve çikolatadan yola çıkarak yeni bir sözcükle tanıştırdı Ece ve Esin beni. Dr. Ece Yücel ve Esin Ünlü iki genç kadın girişimci. Ruh, beden ve akıl sağlığının bir bütün olduğunu ve sürekliliğin ancak her an kendimize iyi bakarak mümkün olduğuna inandılar. Kendi eğitim alanlarının dışında bir alana yöneldiler ve bir yıl gibi kısa ama yoğun bir çalışmanın sonucunda -dünyaya da Los Angeles’tan yakın geçmişte yayılmaya başlayan - yeni bir terimi ülkemize taşıdılar. Türkiye’nin ilk ve tek “adaptojenik” çikolatasını ürettikleri gibi global partnerlerle de çok hızlı bir şekilde pazarda yerlerini aldılar. Lezzeti, ambalajının şıklığı ve kalitesi ama daha çok öğretisi ile de dikkatimi çekti bu çikolatalar. Neydi bu adaptojenik denen şey?
Ne yiyorsan sen osun diyor ya eskilerimiz, adaptojenik de öyle bir şey. Binlerce yıldır bilinen ama modern dünyanın uzun süre göz ardı ettiği ayurvedik öğretilerin mikro gastronomi bilimi ile insanda beden, akıl ve ruh sağlığını dengelemek üzere harmanlanıp yeniden beslenme sistemlerimize dahil olması. Kişinin ihtiyacına göre enerjiyi güçlendirmeye rahatlatmaya, uyku düzenini desteklemeye, yaratıcılığı arttırmaya yönelik. Adaptojenik bazı mucizevi bitki özleri ve baharatlara verilen isim. Bunlar zihin ve bedeni etkileyen ana stres hormonu kortizolü dengede tutma yetisine sahip. Dolayısıyla stres azaltıcı özellikleriyle öne çıkıyorlar. Aynı zamanda, daha sağlıklı bir metabolizmayı birçok farklı yönden destekleyici özellikleri var. Kelime ‘adapte’ olmaktan türetilmiş. Hormonal sistem o kadar kompleks bir yapı ki içerisindeki herhangi bir hormonun olması gerekenden az veya fazla değerde olması pek çok ruhsal ve fiziksel huzursuzluğa yol açabiliyor.
Öncelikle adaptojen olarak kullanılan bitki veya baharatın kalitesi çok önemli. Adaptojenlerden yarar sağlamak için doğru besin ile eşleştirmesi ve hücrelerimize en faydalı olacağı şekilde (toz, çekirdek, kurutulmuş vb gibi) doğru miktarda tüketilmesi de önemli. Tüketimin sürekliliği faydayı hissedilebilmemizdeki kilit nokta ise, istikrar.
Yüzyıllardır ayurvedik tıp ve alternatif Çin tıbbında yer alan ve hala günümüzde de aktif kullanılan adaptojenler, zaman içinde pek çok tedavi metoduna da yön vermişlerdir. Adaptojenlerin doğal kakao ile beraber doğru kullanmış halini tüketmekse gün içinde, yaşamdan keyif ve tat almaya vakit ayırmamız, bir şekilde varlığımıza yatırım yaparak kendimiz için ‘mutluluk anları’ yaratmanın bir yolu.
Ne yiyorsak oyuz. Sağlıklı besleneceğiz, ama yanı sıra duygusal ve bilişsel ihtiyacımıza da önem vereceğiz. Tarihin derinliklerine dalıp, farklı kültürlerden, kadim zamanlardan bugüne uzanan bilgileri hatırlayacak, öğrenecek ve bir tanrı misali kendimizi yeniden yaratacağız.
Çünkü biliyor musunuz? Seçimden seçime koşarken, belki stres altında başarıdan başarıya imza atarken, ya da -kim bilir-ay sonunda faturaları nasıl ödeyeceğimiz derdine düşmüşken en değerli sermayesini unutuyor insan. O sermaye ki bizim bu hayatta tek vasıtamız: Kendimiz!