Acılarından kaçanlar can yakmaktan çekinmez. Hoyratça yaralar. Ve acılar ne yazık ki saf haliyle insanı hoyrat yapar. Darbe aldıkça sertleştirir bizi sonra da başkasının canını kolaylıkla yakarız. Sevme kapasitemiz düşer dolayısıyla sevilmekte de zorlanırız. Yüzeysel sığ yaşamlar sarar etrafımızı. Derinleşemeyiz. Kendi derinine ulaşamayan insanın zaten bir başkasıyla derinleşebilmesi mümkün olamayacağından bu durumdaki herkes çil yavrusu gibi ya kaçar ya ortalara saçılır. Herkesin birbiriyle ilişkisi vardır ama kimsenin kimseyle bağı yoktur. Çünkü sevgi olmayan yerde ihtiyaç, çıkar, menfaat gibi benzeri yaklaşımlar filizlenir, etrafı sarar. Acıyı görmeyen sevgi olmaz. Kimsenin içinde böyle bir sevgi büyümez. Sevgi arayanlar galiba yanlış yere bakıyor da olabilir zira o öyle aranmaz. Hatta aransa da büyük ihtimalle bulunmaz. Hele kişisel gelişim kitaplarının içinden hiç çıkmaz…
Hani son zamanlarda hepimiz hızlanan zamana, acımasızlaşan hayata karşı bir çözüm arıyoruz ya! Bizi olduğumuz gibi sevecek insanlara, önemli olduğumuzun altını çizecek başka türlü varoluşlara yöneliyoruz ya. Ama kimseyi bulamayınca da kişisel gelişim denen kitaplara falan dadanıyoruz ya!
Yine aynı şeyi yapıyoruz. Hep dışarından duymayı bekliyoruz. Bizde eksik olan bir şey yok dışarısı bizi anlamıyor gibi davranıyoruz. Öyle demesek bile davranışımız bu. Oysa biz en önemli şeyi ıskalıyoruz. En temel olanı gözden kaçırıyoruz.
Üzüntüyü hüzne çevirebilmek yani hüzünlenebilmek bizim ilk meselemiz olmalı.
Acımadı ki diye oyun oynamak yerine acıdı be demek kurtarıyor hayatımızı.
Yoksa sürekli bir yerlerden kaçan, hep başka yerlere yetişmeye çalışan ve aslında sonunda kendinden kaçan insanlar oluyoruz ya da onlarla kalıyoruz. Sürekli magazin konuşan insanlara bakın çoğu kendi hariç her konuyu ve herkesi masaya yatırır. Ahlaki tüm yaklaşımlarını da o insanların üstünden geçirince kendisini temize çekmiş gibi rahatlar. Aslında yine kendi olmayana yönelmiştir. Yine kendinden kaçmıştır. Başka açıklaması yok. Sürekli siyaset konuşanlar da öyle. Ahlaken ülkeyi kurtarır ama bir kendini kurtaramaz.
En acıklısı da kendi duygusuna temas eden insanlardan korkup kaçarız. Farkındalık geliştirmedikçe güdüsel eğilimimiz böyle. Çünkü seni kendi duygunu çıkarmak zorunda bırakacak diye! Bilinçsizce hemen savunmaya geçiyoruz. O anda kalamayız.
Sonra gelsin bahaneler… Ya, o kadın ya da adam da biraz bilmem ne mi! Türlü hikâyelerle onlardan canhıraş uzaklaşmak isteriz. Biz gidemiyorsak da onları kaçırırız. Haklı çıkmak için bir dolu gerekçeyi dizeriz önümüze. Zaten şöyleydi…
Artık bastıracak yer kalmayana kadar sıkıştırıyoruz acılarımızı, duygularımızı ne hissediyorsak! Fakat insanın da limiti var ya, depoda yer kalmayınca öfke nöbetleri, alkol tüketimi, tansiyon problemleri artıyor. Kişi sebebini anlayamadığı bir dolu psikosomatik, kronik ya da gerçek hastalıklarla mücadele ediyor. Doktordan doktora koşuyor. Canını yakmamak için bir anlık o acıyı hissetmemek için ömrünü heba ediyor. Felaketine razı oluyor. Elbette buradan yazması basit ama yaşamaya gelince hiç öyle değil. Ancak bilinçli bir yolculukla karanlık odamıza girip hiçbirinin bizi yutamayacağına karar verebiliriz. Kendi kendimize şahit olup, daha üst insana ilerlemeyi kabul edebiliriz. Uzaya giderken her aşamada başka bir şey bırakarak ilerliyor roket biliyorsunuz. Biz bakış açımızı değiştirmeden bunu yapamayız. Aynı mantıkla uzaya ilk denemede çakılırız.
Öncelikle hiçbir acı bizden daha büyük olamaz.
Fakat anlam tek başınalığın içinde.
Bir adam için duygu barındıran kadına bir omuz vermek çok mu zor? Yahut bir kadın için duygu barındıran bir erkeğe sarılmak mı zor olan? Anladığını hissettirmek ya da anlayamasan da yanında olduğunu…
Duygu açığa çıkarabilen insandan kaçıp canın yanınca duyguda geriye gidiyorsun. Sen derken hepimiz böyleyiz. Sadece sana bakarak kendime de söylüyorum.
Fakat asla melankoliden bahsetmiyorum. Hüzünlenebilme kapasitesi bir başkası için gözyaşı dökebilmek. En azından içinin sızlaması demek. En önemlisi buna izin vermek. Evet, seni kırılgan yapar ama kırılan insan bil ki kolay kolay kırmaz. Kırılgan olan sana iyi bakar. Halden anlar.
İnsan ötekiyle hayatta daha anlamlı bir varlık. Dünyanın koşullarında böyle. Tamamlanmış hisseden dahi bir başkasının sohbetine ihtiyaç duyar. O vesile acıyı görmemek için karakter yaptığın kuralların senin dostun değil ki… Günün sonunda görmediğin acıların kurallarına öyle bir çengel atar ki, herkes senin bastırdığını senden daha iyi görmeye başlar. Etrafın boşalır. Hani deriz ya, negatif hissettim onun yanında hiç göresim yok falan diye. Sebebini bilmeseler de böyle kaçarlar senden. Senin gibi hissedenler kalır yanında. Acılarını görmeyenler derneği gibi! Siz konuşmasanız da o acılar bile birbirlerine selam verir. Sen çürürsün belki ama acı dönüşmeden çürümez. Sen ölürsen en yakınına aktarır kendini ama seninle toprağın altına girmez. Emin ol.
O yüzden acıyı işlemek onunla vakit geçirip onu hüzne çevirmek bizi kurtarır.