Kıbrıs’a gittiniz mi bilmiyorum ama harika bir yerdir. Doğası, denizi, sonbaharda esen rüzgârları, yazın nefis plajlarıyla, alışverişiyle… Ama güzelin başı dertten kurtulmaz misali Kıbrıs’ın başı hep beladadır. Bugünlerde kıta sahanlığı ve sondaj yapma konularıyla Türkiye dış siyasetinin ve dolayısıyla iç siyasetin de baş mevzusu olan Kıbrıs’ta Türkiye’nin Fatih sondaj gemisini Kıbrıs açıklarına göndermesi ve geminin Kuzey Kıbrıs’ın ruhsat verdiği bölgelerde doğalgaz aramalarına başlaması, Rum kesiminin yanı sıra Yunanistan, Avrupa Birliği, Mısır, İsrail ve ABD’nin tepkisiyle karşılaşmış durumda. Dedim ya güzellik başa beladır diye; dış güzelliği yetmezmiş gibi iç dünyasında kıyılarının derinliklerinde de başka güzellikler gizli olan Kıbrıs daha uzun yıllar gündemimizde kalacak.
Kıbrıs Meselesi, bilhassa 1950 sonrası Türkiye’nin hem iç ve hem de dış politikasını önemli ölçüde etkilemiştir. 1963 Aralık ayından itibaren Kıbrıslı Rumlar tarafından Kıbrıslı Türklere karşı başlatılan tedhiş hareketleri, Türklerin zorla mevcut yapı dışına çıkarılması ile sonuçlanmıştı. Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliğini tehlikeye atan olaylar dizisi farklı derecelerde 1974’e kadar devam etmişti. 1964 ve 1967’de olaylar şiddetlenerek krize dönüşmüş ve olayların şiddeti Ada’nın dışını etkilemiş ve Türk-Yunan savaşı olasılığı bile yaratmıştı. En sonunda Türkiye’yi garantör devlet olmanın verdiği uluslararası yasal dayanakla, ülkenin stratejik öncelikleri ve Kıbrıs Türk halkının güvenliği endişesiyle Kıbrıs’a askeri çıkarma yapmaya karar verilir. Dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Cenevre’de yaptığı görüşmelerden sonra anlaşmanın mümkün olmadığı anlamına gelen “Ayşe Tatile Çıksın” parolasını Başbakan Bülent Ecevit’e bildirir. Ayşe, Turan Güneş’in kızının adıdır.
Türkiye’nin yakın tarihinde ‘1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ olarak tanımlanan bu olay, Türkiye’nin siyasi tarihinde ve dış ilişkilerinde en öncelikli konular arasında yer almıştır. Ve, Türkiye’nin askerî, siyasi, iktisadi ve uluslararası ilişkilerini etkileyen olumlu ve olumsuz pek çok gelişme ve değişmeler olmuştur. 1976’da Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. İki halka bölünen ada bu tarihten itibaren de sorunlarından kurtulamadı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bugün Türkiye’nin öz toprağı sayılmakta ve tüm hükümetlerce ciddiyetle takip edilmektedir.
Doğu Akdeniz’in hidrokarbon rezervlerinden faydalanmaya dönük aktif bir politika yürüten Rum yönetimi, söz konusu bölgenin diğer aktörlerine de benzer şekilde karasularını 12 deniz miline yükseltmişti. Güney Kıbrıs daima başına buyruk davranışlar sergilemiş ve bu planlarını iki aşamalı bir biçimde gerçekleştirmeye, kurnaz projelerle kendine müttefikler yaratmaya devam etmiştir. Ancak müttefik kelimesinin devletler yerine bugünkü karşılığının çok uluslu dünya enerji devleri olduğunu gözden kaçırmamanızı öneririm. Hidrokarbon yani halk diliyle doğalgaz arama çalışmalarında 2000’den beri Doğu Akdeniz’de ‘Egemen Kıbrıs Cumhuriyeti’ statüsüyle ‘münhasır ekonomik bölge’ ilanını gerçekleştirip sonra da söz konusu sahaları uluslararası firmalara açmıştır. Lefkoşa’nın uygulamaları, bölgedeki gerilimi azdırdıkça azdırmış, bir şekilde ön alarak fiili bir durumu Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan ülkelerde defacto bir durumun başını çekmiştir. ‘Ben yaptım oldu!’larla davranabilmenin ardı sağlam görünmektedir çünkü Yunanistan, ABD, AB tümüyle bu durumun yandaşı görünmekte, her zaman olduğu gibi kendi çıkarlarının peşine düşmekten kaçınmamaktadır malum herkes halkını ve iktidarını düşünür. Bütün bu hengamede olan tabiidir ki her zaman bölgelerde yaşayan halklara olur. İnsanın maalesef havagazı kadar değerinin bile olmadığı bir dünya düzeninde bizi cayır cayır yakan sevgili güneşe dönmedikçe ki belki de “Neden beni fark etmiyorsunuz?” diye tepkisini bu denli gösterdiğini düşünmeden edemiyorum. Güneş diyor ki; “Benim gücümü enerjiye çevirmedikçe kürenizi ısıtacağım ve sizleri bu umarsızlığınızla yok edeceğim.”