Yapay zeka (AI veya Artificial Intelligence) bir bilim kurgu olayı olmaktan çıkıyor. Geri dönülmez bir şekilde hayatımızın içine girmeye çalışıyor. İzin verirsek tabi. Yapay zekanın bir patlama döneminde olmasını iki sebebe bağlayabiliriz:
Yapay zeka (AI veya Artificial Intelligence) bir bilim kurgu olayı olmaktan çıkıyor. Geri dönülmez bir şekilde hayatımızın içine girmeye çalışıyor. İzin verirsek tabi.
Yapay zekanın bir patlama döneminde olmasını iki sebebe bağlayabiliriz:
Birincisi, elektronik ayak izimiz artık çok büyük. Her geçen gün de artıyor ve bundan kaçış yok gibi. 2012’de internet kullanıcı sayısı 2,1 milyar kişi iken geçtiğimiz sene bu sayı 3,7 milyara ulaştı. Günde 5 milyar arama yapılıyor ve bunun yüzde 80’e yakını Google üzerinde. Facebook’a günde 300 milyon, Instagram’a ise günde 95 milyon fotoğraf yükleniyor; Twitter’da dakikada 456 bin tweet atılıyor. Meydan Larousse’a müracaat tarihe karıştı. Elimizden düşürmediğimiz cep telefonunda dünyaları taşıyabiliyoruz. Hangimiz vapur tarifesini kitapçık olarak yanımızda tutuyoruz? Hangimiz aklımıza gelen soruyu önce Google’a sormuyoruz? Bazı kaynaklar sadece son iki senede internete yüklenen (yeni) bilginin öncesinde var olan bilgi toplamının yüzde 90’ına ulaştığını tahmin ediyorlar.
İkinci büyük değişim bulut sistemlerinin yaygınlaşmasıyla geliyor. Eskiden bilgi belleklerde tutulurdu; bugün bulut sistemler sayesinde dünyanın her yerinden her türlü bilgiye anında ulaşılabiliniyor. Bununla birlikte, onlarca sitede bıraktığımız ve halen “gizli” zannettiğimiz kredi kartı, alışveriş tercihleri, konaklama ve seyahat bilgilerimiz ile okuduğumuz gazeteler, sorduğumuz sorular, ziyaret ettiğimiz sosyal medya sayfaları ve paylaştığımız resimler ile hayatımızı tümden internete aktarmış durumdayız. Bütün uğraş, bu kadar çok bilginin kişi bazında konsolide olabilmesini sağlamak. O yüzden, internetteki bilgi hazinesinin kapısı kimlik bilgilerinizi paylaşmadan açılmıyor.
Bir benzetme yapmak gerekir ise, internete her bağlandığımızda bulutta bıraktığımız bilgileri ham petrol, bu verilerin depolandığı alanları ham petrol yatakları ve bu veriyi işleyen akıllı teknolojilerin ise rafineriler olduğunu düşünebiliriz. Bilgi de ne kadar rafine edilirse değeri o kadar artıyor. Yapay zeka denilen rafine etme işi algoritmalarla yapılıyor. Esas olay, bu algoritmalara bir de “kendi kendine öğrenme kabiliyeti” eklendiğinde başlıyor. Şu anda yarış burada sürüyor. Çok sayıda gelişmiş kavramlardan söz ediliyor ama henüz yapay zekanın hayatımıza hissedilir bir fark getirdiğini söyleyemeyiz. Sağlıktan eğitime çok geniş bir alanda yapay zeka uygulanabilir. Bu da para demek, daha yüksek hayat standardı demek. Özellikle, eğitim alanında yapay zekanın çok yaygınlaşmasına ihtiyaç var. Bir gün, öğrendiğim her şeyi öğrenen ve bunu kaydeden, araştırmalarımda ilk filtrelemeyi yapan, bana lisan öğreten, sporumu ve sağlığımı takip eden, müzik çalmama yardımcı olan dijital bir yaşam koçum olmasını çok isterdim.
Ne var ki, bu mümbit veri yatakları Google ve Microsoft gibi bir avuç teknoloji titanlarının elinde ve bunlar da kar odaklı ticari firmalar. Hem tekelleşme hem de hızla pazar paylarını arttırma yarışı içerisindeler. Genç bilgisayar mühendislerinin yazdığı kodlar, toplumun gelişimine değil firmalarının ticari hedeflerine hizmet etmeye gayret ediyor. Bu kadar çok ham verinin ve bunları işleme kapasitesinin hızla ve tekelci bir yaklaşımla bazı büyük firmaların elinde toplanması endişe verici bir durum. Bu firmalar yapay zeka alanında henüz gelişmelerini dahi tamamlayamamış start-up’ları da patır patır satın alıyorlar.
Peki, toplumun geri kalan kesimi ne yapıyor? Sandıkların üstünden atlayıp durduğu yerde havada takla atan robotu izlediniz mi? Bu görüntüler, şoförsüz araba, pilotsuz uçak, öğretmensiz okul ve işçisiz fabrika hayalleri ile birleşince yapay zekaya geniş toplumlar tarafından verilen ilk tepki “korku” oluyor. Bütün bunların gerçekleştiğinde işsiz kalma korkusu… Toplumlardaki kanaat önderleri, kanun koyucular ve eğitim kurumları genelde yapay zeka konusu sanki teknoloji firmalarının işiymiş gibi davranıyor. Bilgi toplamada ve depolamada gerçekleşmekte olan tekelleşmeyi hafife alıyorlar. Eğitim kurumları ise halen eski kalıplarla kendine yön veriyor. Eğitim sanki içine girilip, bilgiye doyduktan sonra çıkılan bir oda. Oysa öğrenim artık hayat boyu sürmesi gereken bir süreç. Yapay zeka bilgi okyanusunda boğulmadan, hayat boyu öğrenmeyi destekleyebilecek çok müthiş bir imkan.
Doğduğundan beri teknolojik aygıtlar ile hayata başlayan genç dimağlarda ise böyle korkular yok. Onlar, oyun platformlarında karşılaştıkları yapay zeka ürünü olayları hiç yadırgamıyorlar, hemen adapte olabiliyorlar. Bilgiye en kestirmeden ulaşmanın yollarını herkesten iyi biliyorlar. Ne var ki, okul yıllarında çocuklara kendi yetenek ve ilgi alanlarına en uygun eğitimi vermek çok büyük maliyetler gerektiriyor. Bu sadece az sayıda şanslı ailelere ait bir imkân. Toplumun geniş kitlelerine ise ancak “tek tip elbise” verilebiliyor. Oysa eğitimin yapay zeka ile desteklenmesi halinde toplumun her kesimindeki çocuklara kendilerine uygun bir elbisenin biçilebilmesi mümkün. Yapay zekayı kaldıraç olarak kullanabilen ve bilgiyi, eğitimi, öğrenmeyi birey bazına indirgeyebilen toplumlar hızla öne geçecekler.
Vakit geç olmadan, kanaat önderlerinin, pedagogların, psikologların yapay zekayı teknoloji şirketlerinin alanı olmaktan kurtarıp tüm topluma mal etmeleri ve eğitim kurumlarının büyük veri havuzları oluşturarak öğretme ve öğrenme faaliyetlerini yapay zeka yardımı ile daha etkin kılmanın yollarını araştırmaları gerekiyor.