Babalar ölmez ki

Ne kadar yapmadıklarım varsa toplamı benim babam. Gerçekten tam kavuşamadığım ilk adam ve ellerimin arasından kayan…

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
10 Temmuz 2019 Çarşamba

Çok ufaktım. Evde oyun oynarken neden bilmem televizyonu öpmüştüm. Bana kızdın mı yoksa güldün mü hatırlamıyorum. Geleceğimin mesleğini daha o günlerde öpüp de başıma koyduğumu bilemezdim. Ara sıra annemle gerilirdiniz. Annemin senden çekindiğini hatırlıyorum. Sonra başka bir gün sen valizini topluyordun. Resmimi gizlice valizine koydum. Yanında benim resmim olursa seni düşündüğümü anlarsın sandım. Duramıyordun evde. Ne sıkıntın varsa kalamadın, gittin. Senin ardından annem beni giydirdiği gibi evden çıktık. O kadar endişeliydi ki, yaptığının doğru ya da yanlış olduğunu düşünemeyecek haldeydi. Telaşla anneanneme geldik. “Artık babamı göremeyecek miyim?” diye sorduğumda annemin ne cevap verdiğini hatırlamıyorum. Sonra sen beni görmeye geldiğinde bazen kaçtım senden biliyorum. Kızıyordum sana, kendimce ceza veriyordum. Benden mahrum kalırsan tamamen dönersin gibi gelmişti. Anneannem, dedem ve annem öyle çok korkarlardı ki, senin beni alıp bir daha getirmeyeceğin gibi Hollywood senaryolarıyla yaşıyorlardı. Babam tarafından kaçırılacaktım. Daha beş yaşında babası tarafından kaçırılmanın korkunç bir ihtimal olduğunu dolaylı olarak öğrendim.

Beni almayı başardığın zamanlar da oldu. Sana evde bütün olan biteni anlatıyordum. Çünkü benimle arkadaş gibi konuşmayı beceren tek kişiydin. Babaannem, amcamlarla oynardım sonra ertesi gün belli bir saatte eve bırakırdın. Beni sevmediğini hiç düşünmedim. Sen sanki dünyayı kurtarıyordun, ben de seni bekliyordum. Evde hakkında pekiyi konuşmuyorlardı. Onlara göre; delinin tekiydin, kafana eseni yapardın, senden korkulurmuş. Ne yapacağın belli olmazmış. Ama onlar anlattıkça ben sanki Don Kişot’tan bahsediliyormuş gibi dinlerdim. Fazla hayal kurardım. Sancho Panza’ndım. Seninle gideceğimiz yerler, geldiğinde tek parça eşya almadan evden fırlayacağımız günleri düşünürdüm. Aslında beni bir prens değil sen kurtaracaktın. Sonra beraber dünyayı kurtaracaktık. Sen gelemedin. Sonra bir anda bütün ziyaretlerin bitti. Kimse bir şey söylemedi. Seni günlerce pencere kenarında bekledim. Kışın kapalı pencerenin buharına adımı yazar, yazın ise açık pencerenin dışına otururdum. Anneannemin evinden gidene kadar sen bir daha gelmedin. Okula başladım. Annem okul kıyafetlerimi aldı, dedem okula götürdü hatta ben ilk gün okulda yalnız olmaktan çok korktum. Okulda erkek çocuklar peşimi hiç bırakmazdı. Onlara gıcık olurdum. Hepsini dedeme şikâyet ettim. Aslında evde seni bir tek dedem seviyordu. Beraber çok gezmişsiniz. Yokluğunda dedemle ben gezdim. Beni motoruna attığı gibi her yere götürürdü. Anneannemin “Bu kızı erkek çocuğuna benzettin” serzenişlerini hiç dinlemedi. Senin götürmen gereken her yere dedem götürdü beni…

Annemin bazı huylarını hiç sevmezdim ama gelmediğin için sana anlatamadım. Ne zaman niye karar verdim hatırlamıyorum ama kendi kendime büyümek ve kendi kararlarımı almam gerektiğini fark ettim. İlk kararım da öncelikle seni hayatımdan tamamen çıkarmak, mümkünse adını bile anmamak oldu. Seni yok saydım. 13 yaşındaydım galiba “Benim babam yok” dediğimde. Öfkeliydim. Acımı taa derinlere bastırmışım. Senin, biricik kızını terk ettiğini kabul etmek yerine benim seni yok saymam daha iyi gelmişti. Güç bendeydi, asıl ben seni istemiyordum. En azından uzun bir süre kendimi buna inandırdım. O yüzden gelmeyen, aramayan, ilgilenmeyen ve giden tüm adamları önce kendim gönderdim. Söz verip de tutmayanları yok saydım. Elbette yok saydıklarım gözüme, nefret ettiğim haller de hayatıma girdi. Bana seni hatırlatmak için tıpkı senin gibi yaparak… En önemli günlerimde yanımda olamayıp, en ihtiyacım olan anlarla başa çıkamadılar. Önyargılarım arttı, insanlara olan inancım sevgim o kadar çok azaldı ki, onların sadece en zayıf noktalarını görmeye başladım. Korunma yöntemiydi en ufak bir tehlike anında zaaflarından insan yaraladım. Anayasada henüz suçu yok ama insanlık cephesinde hoş değildi.

Yıllar geçtikçe sırf tepkiden mi bilmiyorum evdekilerin seninle ilgili saydıkları tüm o “kötü” özelliklere büründüm. Kötü diye niteledikleri ne varsa onu yansıttım. Babam gibi asi, babam gibi delinin teki, babam gibi ne yapacağı belli olmayandım. Onun varlığının onurlandırılmadığı yere bayrak açıp kendimi diktim. Yok saymama rağmen varlığını yaşattım.

Yıllar sonra bir araya geldiğimizde anladım. Senin yokluğun benim hayatım olmuş, başarım olmuş, karakterim olmuş. Böyle bir hediye vereceğini düşünemezdim. Sen yokken inşa ettiklerim kocaman olmuş yeşermiş ben olmuş. Üstelik gelip “beni fazlasıyla geçmişsin” dediğini biliyorum. Bu kez varlığınla ektiğin aidiyetimi sensizlikle harmanlayıp dallanıp budaklandım ben. Sırf benim adımla aynı diye her defasında ısrar kıyamet buluşmak istediğin Bahar Pastanesi’nde etrafa gururla anlattığın kızınım ben. Senden zerre şikâyeti olmayan...

Gazeteciliği geninden aldığım ve zekânı paylaştığın kızın olarak biliyorum senin kelimelerin duyulamadı. Sesin istediğin kadar çıkamadı. Ama ben senin kelimelerini kendi kelimelerime ekledim. Seni taşıyarak yazıp konuşacağımı bil. Gittiğin yerde huzur bul.