İnsan doğası ile ilgili idrak ettiğim bir gerçek var. Cesaret, insana doğal yollarla gelmiyor. Gizli bir dayanağı oluyor. Belirsizlik, korku veya riskle başa çıkmanın mutlaka görülmeyen bir desteği var. Aynı yeteneklere ve donanıma sahip olan iki insandan bir yere ait olduğunu hisseden ve gizlice de olsa desteklendiğini bilen çok daha rahat hareket ediyor. Daha rahat risk alıyor. O rahatlık ruhunu ve aklını dinginleştirdiği için daha kolay odaklanıyor. Ve cesaret gerektiren konularda kararlı ve atak olabiliyor. Bir duruş kazanıyor. Başarı ve yükseliş başlıyor.
Aynı tezi siyasete de uyarlayabiliriz. Görünürde ufak boyutlu ve önemsiz görünen devletler, kendilerine verilen maddi manevi destek ile daha ilkeli ve odaklı kararlar alıp uygulayabiliyor. Örneğin, pek tarih kitaplarında bahsedilmese de Sovyetler Birliği, Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’ye para ve silah yardımı yapmıştır. Mustafa Kemal’in sosyalist olmadığını bildiği halde Lenin, tüm halkların dayanışmasını ön görmüş ve Türklerin emperyalist güçlerle mücadelesinde gizli bir dayanak olmuştur.
Biz insan doğasına dönelim… Dayanak dediğimiz şey nedir? Bazen sevgi, bazen hayranlık, bazen maddi güvence, bazen de aşk… Bunlardan herhangi biri bile, bir insanın içindeki en iyiyi yüzeye çıkarmasına yardımcı olur. Özgüven aşılar, yüze bir gülümseme yayılmasına, rahatlamaya olaylara pozitif bakmaya yol açar. Mevcut potansiyelin tam kullanılmasına katkıda bulunur. Gözle görünen bağıran bir dayanaktan bahsetmiyorum. Perde arkasından verilen bir sıcaklık benim bahsettiğim…
Ancak incecik bir kırılma noktası var... Özgüven, insan doğasına fazlasıyla hâkim olup kaynağını da hor görecek kadar gelişirse denge bozuluyor. Kibir, insana ilk baştaki duruşunu kazandıran dayanağı artık çantada keklik gibi gösterir. Ancak bilmez ki o dayanak kendini geri çekerse, cesaret kırılmaya başlar. Hareketlerde dengesizlik, varlığını doğrulayıcı sorgulamalar başlar. Sahipsizlik zaman içinde ürkekliğe, davranışlarda aşırılığa neden olur. Kararları evvelce sakince verebilen bünye aidiyetinin azaldığını anlamaz, olayların gidişatını talihsizliğe bağlamaya başlar. Cesaret erir gider.
Bir kırılma noktası daha var. O da kendini dayanak olarak gösteren gizli gücün aslında bir parazite dönüşmesi. Desteğini tekrar tekrar hatırlatarak ve kişiyi pozisyonuna aykırı kararlar almaya zorlayarak piyon etmeye çalışması.
Kısacası, dengeyi korumak iki tarafın da sorumluluğu… Bir taraf kibrin, diğer taraf da “Seni ben yarattım”ın büyüsüne kapılmadığı sürece, cesaret dingin bir doğanın mahsulü olarak hayata verim katar. Gerçek dayanak, kendini ön plana çıkarmadan varlığını sürdürür… Yeter ki küstürülmesin…