Türkiye - ABD ilişkilerinin son zamanlarda büyük çalkantılara sahne olduğunu söylemek yeni bir şey olmayacak. Rahip Brunson konusunda Trump’ın tweet’inin Türk ekonomisinde ve TL’nin değerinde yarattığı deprem henüz hepimizin hafızasında. İçinde bulunduğumuz S-400 krizi ise Türkiye’nin sadece ABD ile değil, NATO ile ve genel olarak Batı ile kurduğu ilişkilerin sağlamlığını, devamlılığı tartışmaya açmış oldu.
Türkiye - ABD ilişkilerinin son zamanlarda büyük çalkantılara sahne olduğunu söylemek yeni bir şey olmayacak. Rahip Brunson konusunda Trump’ın tweet’inin Türk ekonomisinde ve TL’nin değerinde yarattığı deprem henüz hepimizin hafızasında. İçinde bulunduğumuz S-400 krizi ise Türkiye’nin sadece ABD ile değil, NATO ile ve genel olarak Batı ile kurduğu ilişkilerin sağlamlığını, devamlılığı tartışmaya açmış oldu.
Bir NATO ülkesinin karşı kamptan savunma sistemi alması nereden bakılırsa bakılsın dramatik bir dönüşümü ve dış politikada keskin bir değişimi gösteriyor. Fakat aynı zamanda bir kararlılığı da ortaya koyuyor. Rus hava savunma sisteminin 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde gelmesi ise tesadüfe yer vermeyecek bir mesajı içerisinde barındırıyor; Türkiye ABD’ye güvenmiyor.
İlişkilerdeki dengesiz yapı, ABD’nin Türkiye’yi dinlememesi, tehdit olarak gördüklerini önemsememesi, Ankara’da bazı ipleri çekmiş görünüyor. ABD ile Türkiye arasında o kadar anlaşmazlık konusu var ki; Suriye, Kürtlerle işbirliği, İsrail, Patriotların verilmemesi, darbe girişimindeki geç ve yetersiz tepkisi, Gülen’in iade edilmemesi, Doğu Akdeniz… Liste uzayıp gidiyor. Tüm bu konularda oluşan beklentiler karşılanmadığında hayal kırıklığı oluşuyor ve birbiri üstüne ekleniyor.
Son yıllarda yaşananlardan ama özellikle darbe girişiminden sonra, Ankara’nın gözünde ABD güvenilir bir müttefik olmaktan çıktı, hatta darbe girişiminin arkasında dahi olduğu düşünüldü. Güvenemedikten sonra ilişkini aynı şekilde devam ettirmen çok zor. Bir noktada ABD’nin Türkiye için çok da vazgeçilmez olmadığı fikrine olan inanç oturmuş olmalı.
Türkiye bölgesel hırslarını, tehdit algısını ve endişelerini kavrayamayan veya önemsemeyen ABD’den dolayı hayal kırıklığı içindeyken, Rusya can simidi olarak görüldü. S-400 seçimi bir bağımsızlık ilanı olarak gösteriliyor oysa benzer ve belki daha büyük bir bağımlılık enerjiden sonra savunma konusunda Rusya ile artacak. Teknoloji transferi noktasında Rusya da farklı değil, Türkiye ile paylaşmıyor. Tek başına kullanıldığında ise S-400 tam randıman vermeyecek. Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasına kesin gözüyle bakılıyordu, gerçekleşti. Böylece S-400 Türkiye için hem ekonomik, hem de TSK’nın gelişmesi açısından oldukça pahalıya mal olmuş oldu. Tüm bunlara NATO içindeki sıkıntıyı da eklemek gerek. CAATSA (ABD’nin hasımlarıyla yaptırımlar yoluyla mücadele etme yasası) yaptırımları ise kırılgan ekonomimizin her an karşısına çıkabilir.
Türkiye’nin başka bir şansı var mıydı? Vardı. Kendini bu kadar sıkıştırmak, bu kadar zor kararlar vermek zorunda bırakmayabilirdi. NATO’da kalmak ve şu an olduğu gibi önemli bir üyesi olarak kabul görmek istiyorsa eğer, F-35 ve S-400’ün aynı coğrafyada bulunmasının mümkün olmadığını kabul eder ve Rusya ile yaptığı bu anlaşmayı kullanarak hem ilk başta verilmeyen Patriotlara kavuşur hem de F-35 programında kalırdı. Bu durumda CAATSA’yı şu an tartışıyor olmazdık.
Tartışacağımız S-400’leri kime satabileceğimiz veya anlaşmanın iptalini nasıl gerçekleştireceğimiz ve bize neye mal olacağı olurdu. Eğer eksenimizi tamamen değiştirme kararı verdiysek ise, o zaman zaten doğru yoldayız. Gittikçe daha çok Rus savunma sanayine kayar ve bir noktada NATO ile ilişiğimiz bitiririz. Ancak bana kalırsa Türkiye Batı’dan ve NATO’dan tam kopmamak için çaba harcayacak ve ilişkilerini eldeki yeni verilerle yeniden düzenlemeye çalışacak. ABD ve NATO için ise Türkiye kaybedilecek bir ülke değil. Bu nedenle onlar da ihtiyatlı davranacaklardır. Bu CAATSA ve F-35’de bir değişiklik yaratır mı, Trump’ın çabaları samimi mi ve bir sonuca ulaştırır mı, bunu da ancak zaman gösterecek.