Genelde İsrail-Arap, özelde ise İsrail egemenliğinde olan Arap topluluklarıyla (İsrail vatandaşı Araplar ve Filistinliler) barışın nasıl sağlanabileceği konusunda 100 küsur yıldır kafa patlatılıyor.
İsrail-Arap barışı bağlamında, konjonktür ve İran’dan olan ortak tehdit algılaması sayesinde epey yol alındı. İsrail bunu öncelikle göreceli güçlü (ekonomi+güvenlik) ve yenilikçi bir devlet olmasına borçlu.
Barış Karşılığı Toprak
On yıllar boyunca barışa ulaşmak için kendini ispat eden yöntemlerden biri Mısır ve Ürdün ile “Toprak karşılığı barış” oldu. Bunun yapılabilmesi için 1967 harbindeki toprak kazanımları kullanıldı. Mısır’a Sina Yarımadasının tamamı iade edilerek 1979 yılında barış anlaşması imzalandı. Ancak, Mısır 1948 yılında işgal ettiği ve Filistinli Araplarla meskûn olan Gazze’yi geri almak istemedi.
Keza, İsrail 1994’te Ürdün’le bir barış anlaşması imzaladı. Bu yaklaşım, Ürdün Devleti bağlamında 1967’den beri İsrail kontrolünde olan, tarihi Yahudi toprağı Yahudiye ve Samiriye’nin Ürdün tarafından (aynı Mısır’ın Gazze bağlamında yaptığı gibi) Filistinli Arap ahalisiyle birlikte geri alınmaması şeklinde oldu. Ürdün böylece, üzerinde 1948’den 1967’ye kadar egemen olduğu ‘Saatli Bomba’yı resmen İsrail’e vermeden ama onu fiilen İsrail’in ellerine bırakarak barış imzaladı.
Barış Karşılığı Para
Takas edilecek toprak kalmayınca “Barışın satın alınması“ yönteminin denenmesine karar verildi. Hem İsrail kontrolündeki Filistinlilere hem de Filistinli mültecileri barındıran üçüncü ülkelere bir cins Marshall Yardımı’nı öngören ‘Trump Planı’ bu yaklaşımın bir ürünü.
ABD yönetimi bunu gerçekleştirebilmek için Filistin Özerk Yönetimine ve mülteci sorununu çözme görevini üstlenmesine rağmen bunu kemikleştiren UNRWA’ya (United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees in the Near East / Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) yaptığı yardımı kısıtladı. ABD’nin yarattığı boşluğun bir kısmı halen Filistin Davası’na dost ülkeler tarafından doldurulmakta.
Filistinli yetkililerin hissî sebeplerden, ama aynı zamanda İsrail’i ikame etme hedeflerini terk etmek istememeleri yüzünden bu planı, içeriği daha açıklanmadan reddettikleri biliniyor. Bununla beraber, hem ABD ile hem de İsrail ile iyi geçinmenin kendi menfaatlerine olduğunu düşünen birçok Arap ülkesi bu planı desteklemekte ve pazarlığa oturmaları için kendi içindeki birliği henüz sağlayamamış olan Filistinli yetkilileri ikna etmeye çalışmaktalar.
Fırsatları kaçırma fırsatını hiçbir zaman kaçırmamak
“The Arabs never miss an opportunity to miss an opportunity” (Araplar bir fırsatı kaçırma fırsatını hiç bir zaman kaçırmazlar).
Bu özdeyiş Birleşmiş Milletlerin patronajında 21 Aralık 1973’te başlayan Cenevre Barış Konferansı’nda devrin İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban tarafından dile getirilmiş.
Görünen o ki, bu sefer Araplar değil ama özellikle Filistinliler, sorunun barışçı çözümünü, Trump yönetiminin önerdiği 50 milyar dolarlık paketi ve bu ülkenin uzun vadeli desteğini elde etme fırsatını tepmek üzereler.
Barış Karşılığı Barış
Yazının başında belirtildiği gibi, konjonktür, İsrail’in Arap Dünyası ve özellikle Arap monarşileriyle normal ilişkiler geliştirebilmesinin önünü açtı. Tarafların barışa ve güvenliğe ilaveten birbirlerine verebilecekleri çok şey var. Bunların başında bölgesel ticaret ve kalkınma, ortak yatırımlar, ziraî işbirliği, deniz suyundan tatlı su elde etme ve atık su yönetimi gibi hayatî konular gündemde. Yahudi yatırımcı, yönetici ve teknisyenlerin Arap yatırımcılarla yıllardır verimli işbirliği ve ortaklıklarda bulunmuş olmaları bu iklimin oluşmasında en güçlü etken oldu.
2000 - 2005 yılları arasında sürüp 1000 küsur İsraillinin ve 3000 küsur Filistinli Arapın ölümüne sebep olan İkinci İntifada, iki devletli bir çözüme ve barışın gerçekleşebileceğine inanan İsraillilerin azalmasına sebep oldu. Özellikle sağ eğilimli İsraillilerin başından beri savundukları yaklaşım olan “Barış Karşılığı Barış” öne çıktı. Bunun anlamı şu: Barışa ulaşılamıyor ve sorun çözülemiyorsa işi zamana bırakıp sorunu ‘yönetmeye’ odaklanılmalıdır.
Muhtemel bir barışın önündeki temel engel
Muhtemel bir barışın önündeki temel engelin, İsrail’i ondan algıladığı yaşamsal tehdit yüzünden güvenliğe endeksli politikalar gütmeye mecbur bırakan İran olduğu söylenebilir.
Filhakika, İran’ın Lübnan Hizbullahı’na sağladığı 150 bin adet olduğu varsayılan roket gücü ve Gazze’de İsrail’i yıkmayı kafasına koymuş olan Hamas’a sağladığı parasal ve teknik destek, barışın gerçekleşmesini belirsiz bir tarihe ertelemekte.
Ya sabır!