En güzel 5 saat

İgal MEVORAH Köşe Yazısı
24 Temmuz 2019 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta tenis dünyası öyle bir şeye şahit oldu ki, çocuklarınıza, hatta torunlarınıza bile anlatabileceğiniz kadar büyük bir olaydı. Dünyanın en eski ve büyük dört turnuvasından biri olan Wimbledon tek erkekler finalinde, son dönemlerin iki devi karşı karşıya geldi. Djokovic o gün bitmeyen kondisyonuyla orada olacaktı, Federer ise zekâsı ve yıllardır karşı konamayan tekniğiyle çıkacaktı korta. Tahminlerin yapılamadığı, nefeslerin tutulduğu karşılaşma normal seyrinde başladı. O an, tenis bütün istatistikleri unutmaya mahkûmdu…

Zaman ilerledikçe spikerlerin coşkusu bile moda sokmaya yetiyordu. Federer’in sanat eseri sayılabilecek backhand’lerine Djokovic’in makine gibi yetişip topu içerde tutmasını izliyordu bütün dünya. İlk seti Federer’i basit hatalara zorlayan Djokovic yazdırdı hanesine. 38 yaşındaki tenis efsanesi ve bana göre tenis dünyasının gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu Federer’in söyleyecek bir sözü daha vardı. İkinci set büyük bir dominasyonla ekselanslara gitti. Derken maç 2-2’ye gelmiş ve oyunlarda da birbirini kıramayan iki dev kader yoluna girmişlerdi. Wimbledon kuralı gereği 12. setlere gelene kadar tie-break oynanmayacaktı. Dananın kuyruğu da burada koptu. 38 yaşındaki Federer, 32 yaşındaki Novak’a karşı iki şampiyonluk puanı oynayacaktı. Efsane, 21. slam’ine çok yakındı artık. Telefonda izlerken sevinçten gözlerim dolduğu anda ekselansları iki şampiyonluk puanını sayıya çeviremedi. Daha da önemlisi tenis tarihinin en soğukkanlı return’üyle cevap verdi Djokovic. Ondan sonra yakaladığı motivasyonla Novak tie-break’te 16. slam’ine ulaştı.

Beş saatin sonunda kazanan Sırp Efsane Djokovic oldu. İstatistikler ise 38 yaşındaki Federer’in beş saatlik maç sonunda şampiyonluk sayısı yakalamasıyla alt üst oldu. Yarı finali bile zor görür diyen tenis dünyasının hiç şüphesiz ki yarı finalde Nadal’ı zorlanmadan geçip finalde beş saatlik performans gösteren Federer’e saygısı biraz daha artmıştır. Tabii ki kafada yine aynı soru geliyor, tenis nereye gidiyor? “Genç yetenek” olarak adlandırılan 20’lik delikanlılar 1. turda sapır sapır dökülürken, 30’larını aşmış, sakatlıklardan dönmüş ‘big three’ (Federer, Nadal, Djokovic) bütün dünyaya tenis ziyafeti sunuyordu. Önceki yazılarımda kaleme almış olduğum “Tenisi bekleyen tehlike” biraz daha kendini kanıtlarken biraz da paradoksa girip yıllanmış şarap gibi keyif vermeye devam ediyor. Yani,  bütün dünya yeni bir tenisçi beklerken aynı zamanda herkes ‘big three final’i istiyor. Haksız da sayılmazlar, sonuç ortada. Beş saat, 38 sene ve hala iki şampiyonluk puanı. Tabii ki yazı daha çok Federer üstüne kurulu. Bu Djokovic efsanesini küçümsediğimden değil elbet, bütün center court rakibinizi desteklerken iki şampiyonluk sayısından döndürüp kupaya uzanmak gerçekten bir efsane işi. Peki, beş saatin sonunda hala şampiyonluğa bir adım uzakla olabilmek, hem de iki sene önce dizinden sakatlanmış 38 yaşındaki biri için... Bu kadar uzun yazının asıl amacı Wimbledon’a bir manşet atabilmekti. Bu manşetim, “Aynı tas aynı hamam” olurdu. Ve ne yazık ki (Ne mutlu ki) uzun süre bu aynı tasla aynı hamamı göreceğiz. Teşekkürler Fedex, tebrikler Novak! Darısı US Open’a. Tenis bize, “Bitti derken başladı” dedi. Gelecek tenisinin başlangıcı kim olacak, hep beraber göreceğiz.

Son söz: Let’s go Roger!