Ari Aster’in Midsommar’ı ‘Ritüel’ adı ile vizyona girdi. Bu yaz sıcağında boş salonlara oynaması kaçınılmaz, ancak film, görsel şölene çevrilmiş bir gerilim harikası olarak sinema tarihine girecek nitelikte. Bu yüzden şimdi haklı olarak üşenseniz de hayatınızın bir döneminde izlemenizi önereceğim.
Filmi önermemin nedeni, son derece masumane görünen, bembeyaz kılıklarla ve saçlarında çiçeklerle dolaşan aydınlık insanlardan oluşan bir İsveç köyünde gelişen olayların, aslında hayatımıza dahil edilen tarikat kültürüne pek çok paralellik taşıması. Film tabii ki gerçek hayattan daha keskin uygulamalarla dolu: Örneğin, toplu yatakhanelerde uyumak, 72 yaşına gelince hayata son vermek, doğru üreme için grup önünde çiftleşmek, adak sunmak için gönüllü olarak ölüme razı olmak gibi. Pagan normları ile idare edilen bu sapa köyde yaşananlar aslında tarikat kültürünün bir hicvi.
Zira biraz araştırınca ‘cult’ olmanın ortak özelliklerinin burada işlendiğini fark ettim. Düşünceyi sığlaştırmak için sürekli aynı sloganları mırıldanmak, şarkılar söylemek. Dairesel şekilde el ele tutuşarak danslar etmek, insanların düşünceye dalmasını engelleyecek ritüeller geliştirmek. Yiyeceklerin türünü kısıtlayarak ve miktarını azaltarak besinsel yetersizlikle sinir sisteminin zayıflamasına neden olmak. Kuralları değişken ve anlaşılması zor yarışmalarla grupta istenilen kişilerin kazanmasını sağlamak.
Pek çok şirket dahi, kendi kültürünü oluşturmak adına bir mini aşirete dönüşüyor. Takım bilinci için aileyi ve dışardaki sosyalleşmeyi kısıtlayıcı bollukta aktiviteler düzenleniyor. Şirket toplantılarında sloganlar tekrarlanıyor. Alkışlamalar ve tezahüratla doğru davranışlar destekleniyor. Fikir ayrılıkları kabul edilmiyor.
Çoğu köklü üniversite de Kardeşlik sistemini destekleyici gruplaşmayı desteklemektedir. Ayrıca küçüklüğümde de cemaat bilincinin yerleştirilmesi için uğraşılan yaz kamplarında, gerek beraber mırıltı ile şarkılar söylenmesi, el ele tutuşularak mutlu danslar edilmesine ait anılarım var.
Kendim de bu yaz toplu yaşayışın bir öğretiye dönüştürülmeye çalışıldığı Bonjuk adlı koyda geçirdiğim günlerde filmdeki aşiret benzeri motiflere şahit oldum. Çan çalınca yemeğe oturulması, belli müziklerin tercih edilmesi, sade yaşam, çeşitli farkındalık terapileri ile boyut değiştirme seansları gibi bana göre tiyatro sahnesini andıran aktiviteler. Oraya ait olanlar ve ziyaretçiler arasında gözle görülür bir farklılık var. Bu yaşam tarzını gözlemleyen, özenip uyumlanmaya çalışanlar ile filtrelerden geçmesini aslında istedikleri gerçek ‘hedefleri’ sürekli kayırıp diğerlerinin önüne geçiren aşiret üyeleri… Kimseye açık açık seni aramıza almayı düşünmüyoruz denmiyor, ama ortam an be an gözlemcilerin elendiği bir müsabaka gibi gelişiyor.
Sonuçta her tarikat olgusu çağrıştıran topluluk, kendi organizmasını canlı tutmak için taze kana ihtiyaç duyar. Gidip geldiğimiz spor kulübü, çalıştığımız şirket, müdavim olduğumuz sosyal kulüp dahi içerdekiler ve ziyaretçiler diye ikiye ayrılır. Cazip gösterilen koşullar, içeriye ait olabilecekleri filtreleme sanatıdır.
Bir cult üyesi olmak bireyselliğin dışarıda bırakılmasını ve dış dünya ile bağların koparılmasını gerektirir. Her seçim bir vazgeçiştir çoğunlukla…
Not: Keşke ‘tarikat’ten daha uygun bir kelime bulabilseydim, İngilizcesi ‘cult’ olan kavramı anlatmak için ancak yok, idare edeceğiz.