Elias Canetti, İnsanın Taşrası kitabında yer alan notlarının birinde, bir tanrıya borçlu olurcasına, kendini Goethe’ye borçlu hissettiğini vurgular. Öyle ki, bu ünlü yazarın hangi yapıtını okuyor olsa, o anlarda hiçbir dinin ona veremeyeceği bir umutla dolduğunu belirtir. Hepsinden önemlisi Goethe’nin ona şu hakkı tanıdığını söyler: “Yapmak zorunluluğunu duyduğun şeyi yap diyor, gürültülü bir şey olmasa da yap, rahat soluk al, gözlemle, düşün!”
Canetti’nin bu güne değin yayınlanmış tüm kitaplarını keyifle okudum. Ayrıca onun, beni düşünmeye yönelten, yazmaya kışkırtan yazarların ilk sıralarında yer aldığını da söylemeliyim. Bu yazarın ne denli dogmalara karşı olduğunu, herkesin buluştuğu yerleşik düşünceleri, nasıl ince bir ironiyle sorguladığını, kitaplarını okudukça daha iyi anlıyorum. Bu yüzden Goethe’nin onda uyandırdığı o geniş düşünsel özgürlüğü benimsemesini de çok doğal karşılıyorum. Aslında Canetti’nin hissettiği duyguların ve notlarında paylaştığı düşüncelerin, her birimiz için sorgulayıcı ve aydınlatıcı olduklarını söyleyebilirim. Özellikle şu sözlerine yoğunlaşabiliriz:
Gözlemlemek, düşünmek ve yapmak!
Soralım: İnsan olmak, hayatımıza bir anlam katmak, her alanda başarılı olmak istediğimizde, bu üç eylemin gücünü yadsıyabilir miyiz?
Gözlemlemeden, elde ettiğimiz verileri yeterince sorgulamadan, hangi alanda olursa olsun bir sonuca ulaşmamız olası değildir. Bir sanatçı, bir bilim insanı, bir teknisyen ya da mesleğini seven ve yaptığı işe önem veren sıradan her insan için, üç sözcükle özetlenen bu formülün her zaman için geçerli olduğuna inanıyorum.
Bu sözleri yazarken Nicola Tesla’nın anlattığı çalışma yöntemini anımsadım: Bu ünlü bilim insanının aklına bir fikir geldiğinde, onu önce hayalinde canlandırıyormuş. Yapısını değiştiriyor, iyileştirmeler yapıyor ve o aleti zihninde çalıştırıyor. Daha bunun bir örneğini üretmeden, sanal tasarımını beyninde tamamlıyor. Sonra da bu buluşunu hayata geçirdiğinde, aletin düşündüğü gibi çalıştığını ve deneyinin planladığı gibi sonuçlandığını görüyormuş. Tesla’nın yapma aşamasına gelinceye kadar, harcadığı çabayı göz önüne aldığımızda, başarısının kaynağını daha iyi anlayabiliyoruz.
İnsanlık tarihi boyunca değişmeyen bir gerçeği de unutmayalım:
Kendimizi yalnızca yapmakla sorumlu gördüğümüzde, o zaman gözlemleme ve düşünme işini bizim yerimize mutlaka bir başkası yapacaktır! Bir işin yalnızca uygulayıcısı olmak, maddesel olarak yaşantımızı sürdürmek için yeterli görülebilir. Oysaki içinde bir yaratıcılık unsuru bulunmadığından, yaptığımız iş bizi ne denli başarılı kılabilir, mutlu edebilir diye de düşünebiliriz.
Yaratıcı olabilmek için de gözlem ve sorgulamanın gerekliliğini ve önemini aklımızdan çıkarmayalım, diyorum.
Yaratıcılık, öncelikle yerleşik düşüncelerden sıyrılmamızı, içinde yer aldığımız kalıplardan kurtulmamızı gerektiriyor.