İzler misiniz siz de kendinizi bir şeyler yaparken? Öyle aynadan değil kendini izlemek dediğim -ki sırasında o da olur- ama kendinizden çıkan bir öteki gibi izlemek kendinizi. Sanki eylemi yapan ve eylemi yapanı izleyen iki ayrı kişiymişsiniz gibi. Bir taraftan yapan, yaparken deneyimleyen, aynı zamanda deneyimleyeni izleyen kişi olmaktan. Aynı zamanda diyorum ama bakmayın siz, deneyimleyen ile izleyen arasında illa birkaç milisaniye zaman vardır. Ama zaman zaten lineer bir şey değil. Zaman bir algı. Bir oluş mesafesi. Peş peşe gibi gelse de bize, aslında peş peşe olmayan... Belki daha ziyade üst üste eklemlenen. Ama her neyse konumuz bu değil bugün. Kendini izlemek? Bir şeyi deneyimlerken, yeni bir spor dalını öğrenirken mesela, ya da bir konser sahnesinde dans ederken... Her an ne hissettiğimizin farkında olmak adına, belki bir de sonra o farkındalıkları izlenen ve izleyenin ötesinde izleyenin izlediklerini yazan üçüncü bir kişi gibi her anı kaydeder misiniz duygularınızın düşüncesine?
Ve böyle birkaç kişiye bölündüğü zaman yabancılaşır mı kişi kendisinden yoksa kendi farkındalığına odaklandığı için daha mı yakınlaşır özüne?
Ben izlerim. İzledikçe de, kendimin birçok kişilikten oluştuğunu gözlemlerim. İzlediğimden memnun kalmadığımda, hele yaşam artık tekdüze bir hale geldiğinde, alışkanlıkların ve bağımlıkların kara deliğine çekildiğimi fark ettiğimde izlerim kendimi. Sonra konuşmaya başlarım, bendeki çeşit çeşit benle, sansürsüz ve yargısız:
“Yaşam artık tekdüze bir hale geldiyse, sen de kıpırda o zaman. Her neye alışmışsan, hangi konfor alanının içine gömülmüşsen, çıkar başını o yumuşak yastıktan ve çık yola.
Fark et, bağımlılıklarının seni bulunduğun yere sabitleyen zincirler olduğunu. Ne kadar yoğunsa bağımlılığın o kadar ağır ve o kadar kısadır zincirlerin. İzin vermez kıpırdamana. Korkular baş gösterir, her adımında. Delice dersin yapmaya kalkıştığın o hareket, her neyse. Oysa yola çıkan kişinin varacağı nokta asla bir mekân değildir. Yeni bir görme şeklidir hareketin sunduğu. Yeni bir bakış dünyaya ve kendine, yaşama ve insanlara…”
Her yeni görme şekli de yeniden yaratır insanı. Kendinden yeniden doğumun sancılı sürecidir belki de konfor alanından kıpırdamak; etin etten kopması gibi acıtır eskiye olan bağımlılıklarımız. Sürprizleri severiz deriz belki ama sürprizler korkutur insanı. Gelecek olanı öndüşünmek, şüpheler düşürür aklımıza, geri adım attırır insana. Korkutur. Oysa korku çoğu zaman gerçek bile değildir. Beynimizin değişiklik öngörüsüne verdiği tepkidir korku. Kendi yarattığımız düşüncelerimizin ürünüdür. Aman yanlış anlaşılmasın tehlike gerçektir. Ama korku bir seçimdir. Ve değişiklikte illa ki tehlike olacak diye bir koşul da yoktur ki! Yaşamın yeni bir döneme evrilmesine gösterdiğimiz dirençtir çoğu zaman korku. Direnç ise bir seçimdir. Direnmek yerine akışta kalmayı seçtiğinde insan, kıpırdamayı seçtiğinde, yeni bir bakış açısı ile donandığında, yaşam da müthiş sürprizlerle karşılar onu.
Tıpkı yeni taşındığım evin bu ilk sabahında koruya ve boğaza nazır balkonumda, yüzyıllık çam ağacının zirvesinde çeşit çeşit kuşun muhteşem bir senfoniyle bendeki tüm benleri bir araya toplayarak karşılaması gibi beni.