Hikâyeyi bileniniz çoktur. 1889’un bir ocak günü ruhsal sorunlarla cebelleşen kahramanımız inzivaya çekildiği Torino’da yolda yürürken bir atın sahibi tarafından şiddetle kırbaçlandığını gördüğünde ata doğru koşacak, ona sımsıkı sarılacak ve ağlayarak anlamsız sözler söyledikten sonra akıl sağlığını, öldüğü 1900 yılına kadar kökünden kaybetmiş olacaktı.
Friedrich Nietzsche belli ki Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sının kahramanı Raskolnikov’un rüyasında aynı şekilde gördüğü kırbaçlanan bir ata sarılmasından çok etkilenmişti.
Torino’daki atın sahibi ne olduğunu anlayamamış, çağırdığı polise pos bıyıklı kahramanımızın ata sarıldığında “Salomé” ve “Anne ben ne aptalım” dediği yöndeki rivayet edilen şahitliği, felsefe dünyasını, Nietzsche’nin -20. yüzyılın, ölümünden sonra değeri anlaşılan, tartışmaya yer vermeyecek denli en önemli düşünürü- neden delirdiği üzerine onlarca yıl kafa patlatmasına yol açacaktı.
Babası gibi din adamı olma yolundayken fikir değiştirerek, “Bir papaz olmayı tanrı olmaya yeğlerdim ama yarım bırakılmış yaratılış hikâyesini tamamlamak gerek” diyen bu dahi insan, gerçekten de zihinsel sağlığı bozulana kadar ‘çürümüş, dekadans içinde olan insanoğlunu’ değiştirmeye yönelik devrimci fikirlerini felsefe tarihine armağan edecekti.
Kimdi bu Salomé ve Nietzsche neden kendisinin ‘aptal’ olduğunu mırıldanacaktı hayatla temasını kesmeden hemen önce?
Lou Andreas Salomé. Felsefe ve psikiyatri tarihinde ismi hep erkeklerin ardından sayılan çok parlak bir Rus –Alman kadını. Babası Protestan kökenli, Çar’ın yüksek rütbeli bir komutanı, annesi ise Portekiz’den kaçmak zorunda kalan ve yüzyıllar sonra St. Petersburg’a yerleşen ünlü Sefarad Yahudi ailelerinden Salomé’lerden gelme bir burjuva.
Daha 17’sinde parlak zekâsı ve olağanüstü güzelliğiyle teoloji dersi aldığı aile yakını bir Protestan papazın bile âşık olduğu bir kadın olacaktı Lou Salomé. Çağının kadınlarının özgürlük anlayışının çok önünde bir ‘özgür ruh’a sahip olan Lou, ailesini dinlemeyip, 1879’da kız öğrenci kabul eden ender üniversitelerden olan Zürih’e yerleşir, felsefe ve psikoloji eğitimini tamamlar. 1882’de ise iki kahramanımızın dönüm noktaları olan karşılaşma Roma’da gerçekleşir. Nietzsche Salomé’nin hem güzelliği, hem de 21 yaşında olmasına rağmen derin entelektüalizmi karşısında şoke olur.
Tanışmasından birkaç gün sonra Salomé’ye hitaben, “Hangi yıldızlardan düşüp birbirimizi bulduk biz” diyecek kadar âşık olacaktı.
Ona Salomé’yi tanıştıran Yahudi asıllı doktor arkadaşı Paul Rée ise zaten Salomé’ye âşıktır, ama evlenme teklifi reddedilmiştir. Nietzsche’yi, Rée’ye göre daha derin ve kendisinin felsefi formasyonuna büyük katkıda bulunabilecek bir şans olarak gören Salomé, Nietzsche’nin evlenme teklifini iki kez reddedecek ve sadece entelektüel birlikteliği içerecek bir üçlü yaşamı kabul edecekti.
Lakin aşk ve cinselliğin olmadığı bir birliktelik kısa sürede sona erecekti. Salomé, Rée ile birlikte, Nietzsche ile ortak yaşama son vererek ayrılıp başka bir şehre yerleşir.
Zamanına göre bir hayli özgür ruh olan Salomé’ye göre, “Evlilik ve sadakat sevginin ancak azılı bir katili olabilir”di.
Salomé şöyle diyecekti bir çalışmasında yıllar sonra: “Arkadaşlık, sevgiye ve daha da kötüsü cinselliğe dönüşerek yok olma riskinden korunmalıdır, çünkü bedensel tutkudan ruhsal sempatiye giden yol yoktur, ama ikinciden birinciye gidilebilir...”
Salomé, cinsel birliktelik yaşamadığı Paul Rée’yi de üç yıl sonra bırakır. Evlenmezse intihar edeceğini kanıtlayan bir akademisyen ile 1930 yılına kadar evli kalır ama cinselliği onla değil de hep genç erkeklerde bulur. Evliyken kendisinden 15 yaş küçük 21 yaşındaki ünlü Alman şair Rainer Maria Rilke ile ilk cinsel deneyimini yaşar ve sonra da 1937’de ölümüne kadar özgür cinselliği sonuna kadar tecrübe eder. Rilke ona o kadar aşık olacaktır ki, “Senin sınırlarına tozlu halde gelen güneş ışını ruhunun parlak dalgasında bin kat berraklaşıyor. Dünyayı senden görmek istiyorum benim berrak kaynağım çünkü o zaman sadece seni, seni, seni görüyorum” diyecekti.
Sigmund Freud ile de tanışan Salomé sadece altı ay birlikte yaşadığı Nietzsche’nin felsefesinin kendisini çok etkilediğini söylediği mektuplarında Freud’u da kendine hayran bırakır. Lou’nun ölümünden sonra Freud, “Ona duyduğum aşkı ve hayranlığı söylemek isterdim” diyecekti…
Kahramanımız Friedrich Nietzsche ise altı aylık sürede oluşan Salomé tutkusunu zihinsel sağlığını kaybedene kadar yedi yıl boyunca zihninin ve kalbinin derin dehlizlerinde saklamış olacak ki, kırbaçlanan ata sarılıp ağladığında, ayrılık veya reddediliş travması sözlerine vuracaktı.
“Kadınlara mı gidiyorsun, kırbacını unutma” sözlerini söyletecekti yaşlı bir kadına ‘Zerdüşt Böyle Buyurdu’ başyapıtında. Aslında kadını yücelten bir sürü başka metafor kullanan biriydi ama Salomé aklını başından alacak, ata sarılıp, üçlü çektirdikleri ve kırbaçlandığı fotoğrafa gönderme yapacaktı muhtemelen. Atın durumu ile kendi terkedilmişlik travması ile özdeşlik mi kurmuştu, bilinmez. Yoksa annesine Salomé’nin “Beş para etmez bir fettan kadın olduğu” sözlerine zamanında inanmadığı için mi “Ne aptalım ben” demişti, o da bilinmez.
Bildiğimiz tek şey, Nietzsche’nin kırık kalbinin Salomé’sinin onu terketmesini hiç unutamadığı.
Lou Salomé terketmeseydi Nietzsche’nin ruh sağlığı bozulmaz ve bu ikili ilişki daha anlamlı ve yüce bir birlikteliğe dönüşüp insanlığa, dünya felsefe ve psikiyatri tarihine olağanüstü eserler hediye edilir miydi acaba?
Bu da bilinmez.
Zira karar verenler seçimlerini isteyerek böyle yapmıştı.
Ne demişti Lou Salomé?
“Aşkta, biz başkasına değil aslında kendimize sarılıyoruz…”