İnsan, doğası gereği muhtaç bir varlık. Yemeğe, ilişkiye, sevgiye, övgüye hatta öfkeye de… Başka türlüsü onun yaşama katkısını sunamıyor. Ancak bu muhtaçlığın yönetilemediği, orantılı bir iradenin devreye giremediği durumlarda suiistimale açık hale geliyor. Sömürü kaçınılmaz oluyor.
Gelenek haline gelen versiyonu bize özel mi emin değilim. Belki tüm biat kültürleri içinde farklı örneklerini görebiliriz. Osmanlı zamanından kalan bahşiş anlayışını inceleyip sosyal olarak alt kademede bir kemikleşme olmuş ya da beklentiyi hep bu yönde beslemiş olabilir. Aslında varsayımlarım çok yönlü. Ama bir noktada, Robin Hood’un iktidara defalarca gelip sürekli tavır değiştirdiğini var sayabiliriz. Hem de binlerce yıldır! Hepsi bu hikâyeyi bir yere taşıdı, taşıyor. Kimileri için, dünyanın düzeni böyle, zengin hep daha zengin fakir ise hep daha fakir kalıyor. Fakat paranın da el değiştirdiğini biliyoruz. Yine güç vesilesiyle elbette. Yani sonuçta her zengin bir ebediyet zemini yaratamıyor. Muhtaçlığa yaslanmazsa! Çünkü varlığını korumak ve arttırmak istediği müddetçe genelde güce muhtaç bir anlaşmaya dahil kalır. Kalmak zorunda. En azından Türkiye ve Ortadoğu coğrafyası bunun örnekleriyle dolu. Hatta kimi durumlarda muhtaçlık ve güç arasındaki ilişki bıçak sırtı gibi çok hassas bir zeminde yaşanıyor.
İşin halk tarafında ise bu kültürün temeli “nerde bu devlet” söylemine dayanıyor. Sonra çözmesi gerekenler devlet, özel sektör, kişiler derken güç ve muhtaçlık birbirine giriyor.
Kimin gücünün nerede başladığı ile muhtaçlığının nereye kadar uzandığının sınırı yok. İyi kötü bir sistem kurmayınca anlayış da eksik kalıyor. Gelenekler bile gelene göre şekilleniyor.
Sosyal devlet anlayışına sahip olamayan Türkiye’de ne yazık ki muhtaçlık devrinin ‘altın çağları’ yaşanıyor. Bir nevi çöküş…
Sadaka anlayışı, dini reflekslerin vicdanı zorladığı durumlardan yola çıktıysa insanların sadece zor durumlarını kollamak vicdanda nereye denk geliyor? Ben bilmiyorum. Yani odağı hümanizma olan bir devlet pekâlâ “yardım ya da destek” şeklindeki açılımlarını kişi, grup ve particilik anlayışı ayırmaksızın zaten bir devlet politikası olarak uygulayabilir. Yani muhtaç olarak aldığın şeylere hakkın olarak sahip olabilirsin. En azından bunun insani yanı bence her türlü vicdanın sesini beklemekten daha insani.
Ancak bizim karşılaştığımız durum ise parayla her şeyin yaptırılabileceği ve yandaş temini gibi partiyi ya da gücü her daim ayakta tutmaya yarayacak türden her şey.
Dolayısıyla benim belli kalıplar dahilinde hareket etmem halinde muhtaç olmam gerekiyor. Bir de bir vicdana denk gelmem ya da en azından bir gücün işine yaramam böyle bir etiket almam için yeterli olabilir.
Böyle bir ilişki bırakın halk devleti, kadın erkek arasında bile çöküş yaratır. Birbirini beslemeyenler sonunda birbirini sömürür, kanını emer ve en sonunda da birbirinden kopar. Bunun devlet versiyonu zamana yayılabilir. Öyle hemen kaçan halk kovalayan devlet göremeseniz bile verdiği oylardan ülkenin haline bakarsınız. Sizden kafasını çeviren komşudan anlarsınız yahut trafikte ansızın yediğiniz dayaktan uyanabilirsiniz. Muhtaçlaştırmanın gittiği tek yer köleleştirme. Başka hiçbir yere çıkmadı, çıkmaz. Bunu ancak dayanışma ve paylaşmak ile kırabiliriz. Dayanışmak, paylaşmak ve birleşmek yeni dönemin en güzel sözleri…