Marakeş’e gideceğimizi öğrenen bir dostumuz ısrarla önerdi: “Sakın oraya kadar gitmişken Suvayr’a uğramadan dönmeyin.” Havalimanında bizi otele götüren taksinin şoförü de “Essaouira’yı mutlaka görmelisiniz” deyince internetten araştırdım, meğer Suvayr ile Essaouira aynı şehirmiş.
Üstelik dahası var: Essaouira’nın, yani Arapça adıyla As-Sawira’nın Batılılarca bilinen eski adı Mogador’muş. Oysa UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alan ve tarih öncesi zamandan bu yana Atlantik Okyanusu kıyısında var olan bu şehrin Berberi dilindeki asıl adı, ‘iyi korunan kent’ anlamına gelen Amogdol’muş. Suvayr, tarih öncesinden bugünlere kadar ulaşabildiğine göre, Berberiler oldukça ileri görüşlüymüş diyebiliriz.
Aslında bu antik kentin bir adı daha var. Şimdiden kült olan ‘Game of Thrones’ fanatiklerinin iyi bildikleri ‘Kızıl Şehir’ Astapor... Dizide Westeros adlı ülkeye giden gemilerin uğrak limanı olan bu kentin özelliği, amansız hadım savaşçı askerlerin başkenti olması. Dizinin üçüncü sezonunun bir bölümü burada çekilmiş.
Fakat Game of Thrones yapımcılarının bu tarihi liman kentini keşfetmelerinden yıllar önce, 1949’da, kentin doğal dekorları Orson Welles’e de ilham kaynağı olmuş. Welles, Shakespeare’den uyarladığı ve 1952 yılında 5. Cannes Film Festivalinde birincilik ödülünü kazanan yapıtı Othello’nun önemli bölümlerini burada çekmiş. O yıllarda Viktor Apalaçi Cannes’a gidiyor muydu bilmiyorum ama Altın Palmiye henüz verilmiyormuş.
Essaouira’da artık bir Yahudi cemaati bulunmasa da eski şehrin daracık sokaklarında dolaşırken her an Yahudi izlerine rastlamak mümkün. Küçük dükkânlarında her türden ıvır zıvırı sergileyen satıcılar, özellikle gümüşten yapılmış takıları pazarlarken “Bunlar Yahudi yapımıdır” diyerek kaliteye dikkat çekiyorlar. Zaten antika dükkânlarındaki tozlu rafların içinde gümüşten yapılmış Kiduş kadehlerini, altıgen yıldızlı kolyeleri ya da yedi kollu şamdanları hemen fark ediyorsunuz.
Pizza yemek niyetiyle girdiğimiz küçük İtalyan lokantasının sıcakkanlı sahibi, diğer sokaklardan biraz daha genişçe olan lokantanın önündeki sokağı, “Burası eskiden zengin Yahudilerin oturdukları ana caddeydi” diye tanımlayınca “Peki bu Yahudiler şimdi nerelerdeler?” diye sormadan edemedim. Meğer altmışlı yıllarda, bir takım tatsız olayların ardından ve kralın tüm engelleme çabalarına karşın ülkeyi topluca terk etmişler, ama büyük bölümü her yıl gelip doğduğu toprakları ziyaret edermiş. Hatta bunların arasında çok önemli bir yazar ve şair varmış: Ami Bouganim, Suvayr doğumlu. 60’larda o da ülkeyi terk edip İsrail’e yerleşmiş, fakat yazı ve şiirlerinde hep doğup büyüdüğü bu kenti anarmış.
Kentte üç sinagog var. Haham Hayim Pinto’nun eskiden sinagog olarak kullanılan evi şimdi eski fotoğrafların sergilendiği küçük bir müze olarak işlev görüyor. Bir diğeri, Slat Lkahal Mogador ziyarete açık ama perişan halde.
İtalyan lokantacı, bizi dışarı kadar uğurlarken parmağıyla az ilerdeki dar sokağı işaret etti: “Bu sokakta eski bir sinagog vardı, yenilenip müzeye dönüştürüldü, mutlaka görün” dedi.
Birkaç kez zili çaldık, açan olmadı. Sinagogun karşısındaki aktar “Kapıyı yumruklarsanız açarlar” dedi. Koca kapıyı yumruklamaktan ellerimiz morardı ama sonuç değişmedi. İnat bu ya, ertesi sabah yeniden aynı kapının başına dikildik. Ama bu kez yumruklamamız gerekmedi zira kapı aralıktı ve içeride çıkmak üzere olan iki ziyaretçi vardı, meğer önceden randevu alıp gelmişler. Güvenlik görevlisi fotoğraf çekmemek kaydıyla girmemize izin verdi. İçerideki kadın görevli mekân tasarımı henüz tamamlanmadığından sadece giriş katını gezebileceğimizi bildirdi. Güvenlik görevlisini de başımıza dikti.
Bina aslında 19. yüzyıl başlarından kalma küçük bir ibadethane olan Slat Attia Sinagogunu içerisine alacak şekilde tasarlanmış. Tepesi açılır kapanır bir çatı sistemiyle örtülü olan avlu şeklindeki müzeyi iki kat balkonlar çevreliyor. Sinagog zemin katın sağ köşesinde kalıyor. Diğer bölümler Essaouira Yahudilerinin öykülerine ayrılmış. Üst katlarda araştırma merkezi, kütüphane ve yaşayan arşiv bölümü var. Aslında bu kısımlar henüz açılmadığından gezmemiz mümkün değildi, ama Müslüman inancındaki görevlinin bar-Mitzva ve tevanın işlevi konularındaki merakını gidermemin sonucunda tüm engeller ortadan kalkıverdi. Hatta fotoğrafımı bile kendisi çekti!
Slat Attia Müzesi ve araştırma merkezi, Fas Kralı VI. Muhammet’in danışmanlarından André Azoulay’ın bir inisiyatifi olarak hayata geçirilmiş. Azoulay, aynı zamanda Fas’taki az sayıdaki Yahudi cemaatinin de önemli bir temsilcisi. Mekânın yenilenmesi için şimdiye dek bir milyon avroya yakın para harcanmasını sağlamış. Aslında amaç belli; altmışlı yıllarda ülkeyi terk eden ancak izlerini bu topraklarda bırakan üç yüz bin kadar Fas Yahudi’sinin çocuklarıyla torunlarını turizm amacıyla da olsa ülkeye çekebilmek. Anladığım kadarıyla Suvayr sakinlerinin de buna pek itirazları yok.