Ada futbolunu uzun süredir yakından takip eden birisi olarak canlı Premier League maçı seyretmek yapılması gerekenler listemde en üst sırada yer alıyordu. Bir iş gezisinde uygun tarihi ve biletleri yakaladım; Londra’da Chelsea-Everton maçını canlı olarak seyrettim. Maç maalesef beklentilerimi karşılamadı; 0-0 berabere bitti ve gerçekten çok sıkıcıydı. İşte futbol dilencisi olarak aradığımı geçen hafta Vodafone Park’ta buldum.
Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Liverpool ile UEFA Kupası Şampiyonu Chelsea UEFA Süper Kupası için İstanbul Vodafone Park’ta karşı karşıya geldiler. Bu tarz organizasyonlara gittiyseniz bilirsiniz, biletleri ya kulüpten almak durumundasınız ya da UEFA’nın internet sitesinden kuraya girerek bilet satın alma hakkı kazanmanız gerekir. İşte ben de bu şekilde bilet kazanarak/alarak Chelsea-Liverpool maçını canlı seyretme şansını yakaladım.
İki takımın da İngiliz olmasından dolayı, maç öncesi ambiyansın oldukça eğlenceli ve İngiliz taraftarının oldukça fazla olacağını hayal etmiştim. Fakat ben de ,“ten tele”’ye atkı satan esnaf gibi yanıldım. Taraftarların çoğu İngiltere dışından gelen ve tek dertleri ‘selfie’ olan bir kitleydi. Dolayısıyla maç öncesinde bir İngiliz derbisinden beklenen ortam yoktu. Ayrıca UEFA da stat çevresinde herhangi bir organizasyon düzenlemeyerek bu duruma katkıda bulunmuş oldu.
Maça gelen taraftarların Chelsea ve Liverpool’dan daha çok Salah’ı seyretmeye geldiği çok belliydi. M.Salah ilk korneri kullanmaya köşeye geldiğinde tribündeki hareketlenme zaten bunu açıkça gösteriyordu. Zaten bu kadar turisti Vodafone Park bir yerden sonra kaldıramadı ve Türk taraftarlarından “Beşiktaş’ım oley” sesleri gelmeye başladı.
Maçın favorisi Liverpool’du. Oturmuş bir takım olmaları ve Şampiyonlar Ligi kupasını kazanmış olmaları favori olmaları için yeterliydi. Ayrıca Chelsea tarafında Hazard’ın takımdan ayrılması ve Lampard’ın teknik direktör olarak yeni göreve gelmesi kırmızıları ön plana çıkarıyordu. Buna rağmen Chelsea dikine oynayan, hızlı hücum yapan ve ilk yarı etkili olan taraftı. Özellikle Kante ve Pedro takımın en göze çarpan oyuncularıydı. Liverpool’un tam saha baskısı, bitmek bilmeyen enerjisi ve hızlı futbolu seyir zevkini artırdı. Her şeye rağmen Chelsea ilk yarıyı önde kapattı. Maç sırasında en çok dikkatimi çeken Virgil Van Dijk oldu. Bu futbolcunun değerini anlamak için canlı olarak seyretmek gerekiyor. V.V.D, yerden havadan geçit vermiyor, defansı düzenliyor, arkadaşlarını yönlendiriyor, hücuma uzun top atıyordu. İkinci yarı Klopp’un Firmino’yu oyuna alması ile beraber özlenen Liverpool’u görme fırsatı bulduk. Firmino’nun yardımıyla beraber Mane skoru buldu. Maç uzatmalara gitti Uzatmalarda karşılıklı gol olunca penaltılar ve Tammy Abraham’ın kaçırdığı veya Adrián’ın kurtardığı son penaltı… Kupa Liverpool'a gitti “You'll never walk alone” şarkısı bir defa daha tribünlerde çalındı.
Yaklaşık on ay önce İzmir’e taşındığım için sadece bu maçı seyretmek için 24 saat içerisinde yaklaşık bin kilometre yol yaptım. Giderken aklımda tek bir düşünce vardı; İngiltere’de seyrettiğim gibi zevksiz bir maç ile karşılaşmam. Hem oynanan futbol hem uzatmalardaki gol ve son dramatik penaltı yaptığım her kilometreye değdi. Ertesi gün işe biraz yorgun gittim fakat futboldan aldığım keyif hepsine değdi.