Kutsallığı süregelen inanç sistemlerinin dönüşümüne uygun olarak devam eden Antik Yunan’da İda Dağları, Türklerin Anadolu’da bölgeye hakim oluşlarından sonra adını Kaz Dağına dönüştürdükleri bu büyülü coğrafya, dünya kültür envanterinin incisi, Kanadalı Alamos Gold şirketinin envanteri haline gelmiş durumda. Çanakkale'nin merkeze bağlı Kirazlı Köyü yakınlarındaki bölgede altın ve gümüş madeni projesinde çalışmalar durmaksızın devam ediyor; ağaç kesimleri ve kazılar hızlı bir şekilde sürüyor. Tema, uydu görüntüleri üzerinden yaptığı incelemelerle maden sahası ve yol bağlantılarında 195 bin ağaç kesildiğini savunuyor. Maden sahasının yakınındaysa projeye karşı direniş için 26 Temmuz'da başlatılan nöbet eylemi de büyüyerek devam ediyor. ‘Su ve Vicdan Nöbeti’nde çadırların ve ziyaretçilerin sayısı her geçen gün artıyor, Türkiye’nin ünlü piyanistlerinden Fazıl Say müthiş bir konser veriyor, konunun vahameti tüm ülkenin dikkatini çekiyor. Acaba neden insanlar bu denli büyük çabalar gösteriyor olabilirler diye düşünenler oluyor mu diye düşünmeden edemiyorum. Yani kim rahatını bozup cehennem gibi bir sıcak havada yürüyerek Kaz Dağlarına kadar gidip bu nöbetlere katılıp, konseri dinlemeye gitmek ister? İnsanların bu müthiş motivasyonunun nedeni ne olabilir? Kaz Dağları sevgisi mi, madencilerin kazanacakları o müthiş paraların ortağı olamamanın kızgınlığı mı? Kesilen ağaçların sessiz çığlığını içinde hissetmek mi? O dağlara bu nöbetleri tutmak için çıkan insanların içlerinde Kaz Dağlarını şimdiye kadar hiç görmeyenlerin epeyce çok olduğunaysa ayrıca her şeyden çok eminim.
Neden karşı çıkıyor biliyor musunuz insanlar altın aranmasına çünkü ağaçların, dağların, toprağın, taşın, çiçeklerin bir ruhu olduğuna; onlara zarar verildiğinde ağladıklarına, acı çektiklerine inanıyoruz. Bizler Anadolu türküleriyle büyüdük. O türkülerde dağlarla, sularla, yapraklarla, taşla, toprakla konuşur, dertleşir hatta zaman zaman ağlar ozanlarımız. Biz içimizden bir yerlerde mutlaka onların bizim bir parçamız olduğunu bilerek yaşarız. Bunu nereden biliyorum bilmiyorum ama içimde zihnimde, kalbimde, ruhumda buna eminim acı çekiyorlar. Örneğin hepimiz ortaöğrenim yıllarından biliriz Dede Korkut Hikâyelerinde, Şamanizm kültlerinden dağ, su, ağaç kültleri sık görülür. Dağ kültüne örnek olarak gösterilebilecek Dersehan oğlu Bugaç hikâyesinde, anası oğlunun başına gelen felaketi dağ ruhundan bilmiş olacak ki “Otların bitmesin, suların akmasın, geyiklerin taşa dönsün!” diye dağa beddua etmiştir. Şamanizm’de dağın da bir ruhu olduğuna inanılır ve ruhlara karşı bazen böyle ‘kargış’, yani beddualar da söylenir. Ayrıca suların da bir ruhu olduğuna inanıldığı Dede Korkut Hikâyeleri’nden açıkça anlaşılmaktadır.
Bütün masallar, mitoloji ve işte Kaz Dağlarının en büyük tanığı Homeros’un kaleme aldığı İlyada Destanı’dır. Destanda baştan sonra tanrıların insan ilişkilerine benzeyen davranışları, birbirleriyle hesaplaşmaları, insanların kaderlerini ellerinde tutan ve onları kukla gibi oynatan yönleriyle bir anlamda tanrıların savaşı olan Truva Savaşı anlatılır. Destanda tüm mücadelesine karşı insanın kader ve tanrılar karşısında çaresizliği, boyun eğişi işlenir. Kul kurar ama kader güler. Truva Antik Şehri, Anadolu arkeolojisi için büyük önem taşır. İda Dağları tanrıların ve en büyük tanrı Zeus’un Truva Savaşı’nı yönettiği ve seyrettiği yerdir; hayvanların anası, kaynağı bol İda’dır yani Truva Savaşı’nın yapıldığı dönemde çeşitli yaban hayvanlarını bağrında yaşatan bir coğrafî alan olduğu anlaşılabilir; bugün de çeşitli vahşi hayvanların yaşadığı bir ekosistemdir.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi öncesi deniz gücünü artırmak isteyince Adana ve civarında yaşayan Türkmenleri gemi kerestesi biçmek için İda Dağına davet etmiş, bu davet üzerine bir kısım Türkmen grupları buraya gelmişlerdir. Zamanla “Tahtacı Türkmenleri” ismini almış olan bu insanlar, fetih için gemilerin yapımında kullanılacak keresteyi biçmişler, Osmanlı donanmasının gelişmesinde lojistik destek vermişlerdir. (Kıpçak, 1999: 44).
Adının İda’dan Kaz Dağlarına dönüşünü asırlar boyunca zarif bir biçimde tamamlayan bu mitolojik bölgenin bozulmadan kalması en büyük dileğim. Çünkü biliyorum ve gördüm siyanür o zehirli, derin ve acımasız siyahını toprağa işlemeye başladıkça bütün güzellikler yok olacak. Gördüm ben o karalığı Erzincan’ın İliç Çöpler Köyünde… Ve işte derin kâbusumdan sıçrayarak uyanmak istiyorum ama bir el var tam da boğazımın üstünde, dokunduğu her şeyi altına çeviren Kral Midas karşımda ama su bile içemiyor çünkü dokunduğu her şey altına dönüşüyor ama yemek bile yiyemiyor, en sevdiklerine bile dokunamıyor ve hiçbir şeysiz yok oluyor… Altından bir heykel olarak.