Rusya emperyalist mi oldu?

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
4 Eylül 2019 Çarşamba

Başlığıma şaşırdınız herhalde çünkü emperyalizm ya da kapitalizm öteki bloğun yani ABD ya da Avrupa Devletleri’nin; Soğuk Savaş döneminde ayrışan iki kutuplu dünyanın öteki kutbunun bayrağı. Ne oldu da bu bayrağı diğer tarafın eline tutuşturdum? Çünkü görünen köy kılavuz istemiyor. Neredeyse I. Dünya Savaşı’ndan beri birbirini yiyen insanlık konu sömürü düzenini inşa etmek olduğunda sınır ya da ideoloji tanımaktan vazgeçip aynılaşıyor.

Emperyalist Rusya terminolojime geri dönersek, Stalin döneminden başlayarak Kırgız, Tatar, Kazak, Ukraynalı, Özbek gibi tüm halkları Ruslaştırma ve ateistleştirme süreci yaşandığını görürüz. Yıllar önce Kazak bir öğrencimin Türkiye’de okumak isteğinin baş nedeninin “Ezan sesi duymaya hasrettim” deyişini unutamam. ABD ve SSCB, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’yı Doğu ve Batı diye ayırdılar; sonra Kore’yi Kuzey ve Güney diye ayırdılar; sonra SSCB, milyonlarca insanın ölümüne ve iltica etmesine neden olarak 1979’da Afganistan’ı işgal etti; 1991’de SSCB yıkılıp Rusya Federasyonu haline dönüşünce de hız kesmedi, Çeçenistan’ı yerle yeksan etti; 2008’de Gürcistan’ı işgal etti ve 2014’te Ukrayna’daki çatışma nedeniyle Kırım’ı ilhak ederek şimdilik kendi coğrafyasında durdu ancak tüm bu müdahaleci, buyurucu emperyalist genler asla gücünü kaybetmiyor hatta daha da güçleniyor, çünkü sırada Suriye var.

I. Dünya Savaşı’ndan itibaren; emperyalist dünyanın kapitalizme evrilişi sürecinde ‘başka ülkelere sudan bahanelerle saldırmalar’ sadece yüzyıl öncesinde kaldı sanmayın, daha da kılıflanarak, şıklaştırılarak kamuoyuna medyayla sunulması hızlandı. Bu geçtiğimiz yüzyılda insanlığın buluşlarını yazmak bu sayfalara sığmaz ama sanki milyonlarca insan ölmemişçesine yine Irak’ta ve Suriye’de yaşananlar, yaşatılanlar akıl sınırlarını zorluyor çünkü insanlık öldürülüyor. Suriye’nin neresi kimin? Televizyonlarda eline harita alıp konuşan uzmanların anlattıklarından tam olarak bir şey anlayan varsa beri gelsin çünkü onlar da işin aslını pek bilmiyorlar. Minik minik paylaşılarak kapanın elinde kalmış gibi görünen, kuşa dönmüş haritasıyla Suriye adeta kağıt üzerinde adı olan ama kendi artık kalmamış eski bir ülke. Kimin neresinden çekiştireceğini bilmediği bu talihsiz petrol coğrafyasının emperyalist Rusya’nın mı yoksa kapitalist Amerika’nın mı malı olacağı belli değil. Tabii işin içine düşenin dostu olmaz ben de pastadan payımı almalıyım diyen ikircikli, çifte standart şampiyonu Avrupa Devletlerini de katmadan edemiyorum maalesef. Demiyorlar mı acaba Türkiye’nin sınır komşusunda, ne işimiz olduğunu biz kime, nasıl ve ne şekilde açıklayabiliriz? Gerçi pek de öyle bir nezaketleri yok ayrıca savaşın açık ve anlaşılır bir sebebi de yok. Aklıma hep Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına doğru nereyi sömürgesi haline getireceğine bir türlü karar veremedikleri için dimyata pirince giderken ellerindeki bulgurdan da olan Avrupa devletleri geliyor ve darısı bugünkülerin de başına diyorum çünkü yine bir Suriyeli öğrencimin dersimde “Yaşadıklarını konuşalım” dediğimde, ağlayarak sınıftan çıkışını da unutamıyorum.

Anadolu’nun sömürgeleştirilme karşıtı savunma tarihine geri dönersek, Sakarya Zaferi’nin ardından Sevr Anlaşması’nın uygulanmasının olanaksızlığını fark eden Fransa ve İngiltere, Ankara Hükümeti’ne yakınlaşır çünkü Ankara’nın savaşı kazanacağı hissedilmeye başlanmıştır. Burnunun dibinde yeni bir kapitalist düzen istemeyen Sosyalist Rusya, Kurtuluş Savaşı’nın ve Atatürk’ün en yakın silah tedarikçisidir, bugün biliyoruz ki Ruslar olmasaydı savaşı kazanmamız oldukça zor olabilirdi. İngiltere, müttefiklerinin arkasında iş çevirdiğini anlar ve 23 Eylül 1922’ye kadar ısrarla sürdürdüğü Türk politikasının çöktüğünün farkına varır. İngiltere’nin, Kurtuluş Savaşını Türklere karşı taşere ettiği Yunanistan başarısızdır, savaşı kaybetmek üzeredir. 25 Mart 1922’de yayınlanan The Economist dergisinde yer alan bir makalede Türk - Yunan Savaşı’nın aslında İngilizler ve Fransızlar arasında geçtiğinden ve “Döğüşü yapan ve acı çeken bu iki Doğru halkı (yani Yunanlılar ve Türkler) bunların elinde piyondur” denilerek söz edilmektedir. Fransa’nın Kilikya’dan; ABD’nin ise Ermenistan’da manda kurma düşüncesinden vazgeçmesi, İtalyanların Antalya’dan çekilmesi tarafları birbirlerine düşürmeye yeter. Lozan’a gidildiğindeyse kendi içişleri ve dışişleri sorunlar yumağı haline gelmiş Avrupa Devletleri, bir dizi büyük meydan savaşını kazanmış Mustafa Kemal Atatürk’ün nezdinde ve onun eşsiz kumandanı İnönü’nün karşısında aylar süren oturumlardan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımak zorunda kalmışlardır.

Bunca bilime, bilimsel dünya gerçekliklerine, çamaşır bulaşık makinesine, cep telefonuna, sanal dünyaya, buluta, şuna buna ve daha adını sayamadığım sayısız bilgi kaynağına rağmen doğruları bulamayan, doğruyu yanlıştan; yalanı gerçekten ayıramayan; zenginliğini fakirin yüzüne vurmaktan zevk duyan; dünyada küresel ısınmanın doruklarına doğru yaklaşılırken; Amazon ormanları dahil hem ülkemizde hem dünyada binlerce ağacı yakan; masum hayvanlara, ıssız kadınlara, savunmasız çocuklara zor kullanılarak işkence eden, bütün bu işkence, istismar ve cinayetler yapılırken, bu zulümleri yapanları etkisiz hale getirmeye çalışmak yerine cep telefonlarıyla kayıtlar yapan insanlık için adalet, iyilik, iyilik, iyilik günün birinde üstün gelecek... Gelir mi gelir… Ben görür müyüm? Görürüm. Biz görür müyüz? Görürüz. İnsanların adaleti gecikse de, bence Tanrı’nın adaleti asla ama asla gecikmez, inanıyorum.