İlkbaharda kış uykusundan uyanan doğanın aksine şehir eylül ayında yaz uykusundan uyanıyor. Bir hareket bir cıvıl cıvıllık hali. Hava hala sıcak, ama bir koşturmaca hali herkeste. Okulların açılmasına ramak kala şehir uyanıyor. Galeriler yaz mahmurluğunun ardından kocaman açıyorlar kapılarını... Her gün birkaç açılış, birkaç basın toplantısı... Aynı civardakiler saatler çakışmasın diye aralarında anlaşınca hayat bir nebze kolaylaşıyor. Yine de gezmekten yazmaya sıra gelmiyor. Belki metroda, belki yolda yürürken akla düşen cümleleri telefona kaydetmek mümkün. Şehir hayatı yeni alışkanlıkları geliştiriyor beraberinde. Daha az araba. Daha çok metro. Daha fazla gündelik adım. Daha çok detay. Yaşam da detayda gizli değil miydi zaten? Daha çok koku. Dolayısıyla daha farklı deneyimler. Bir anlamda daha sosyal bir hayat hatta. Evet, bir zamanlar ben de kiloluydum ama metroda yanıma oturmaya çalışan hanım tüm o kilolu cüssesiyle kucağıma düşmeseydi iyiydi! Birlikte gülmemize engel değil tabi bu durum. Daha az kontrol sanki: Şehir dışının arabaya mahkûm yaşamında insan her anını kendi kendine geçirebiliyorken, şehrin göbeğinde yaşam dış etkilere daha açık olmayı gerektiriyor çünkü. Hâlâ etkili güneşe daha çok koruyucu krem, her an düşebilecek yağmura daha çok hazırlık. Daha az topuklu, daha çok spor ayakkabı diyeceğim ama bu benim için son yıllardan beri o kadar da gerçek değil. Topuklular dolap beklemeye başlayalı uzunca bir süre oluyor. Daha çok ses, daha doğrusu istem dışı ses, daha çok beklenmedik rastlaşmalar, tanışmalar, yeniden tanışmalar... Kişilerle olduğu kadar lezzetlerle, kokularla ve eylül ayı illa ki sanatla... Yeter ki zamanınızı ayırın, koşturmak yerine keyifle dolaşın şehrin sokaklarına…
Mevsimin öne çıkanlarını bu ilk hafta gezebildiklerim arasından toparlamaya çalıştım. Sizler bu yazıyı okurken, ben de bu hafta açılışları yapılacak olan Bienal, Pilevneli galerileri (Dolapdere ve Mecidiyeköy), Salt, Galeri Apel, Galerist ve diğerlerini gezmeye devam ediyor olacağım
- İstanbul Modern’in Geçici Mekânında Canan Tolon’un 1980’li yıllardan günümüze uzanan sanatsal birikiminin bir yansıması var. Kendisini sürekli yenileyen doğa ve bir kültürel girişim olarak mimarlığın bıraktığı izleri merkezine alan çalışmalarında Canan Tolon bu iki varoluşun etkileşimlerini, birbirlerine gösterdikleri direnci ve karşılaşmalarından doğan çelişki ve sonuçları etrafında düşünsel ve görsel bir dünya tasarlıyor. Zamanın izleri, uçsuz bucaksız ve terkedilmiş sonsuz coğrafyalarda insanın doğa karşısındaki mücadelesi, doğayı değiştirme ve dönüştürme süreçlerinin yarattığı kaosu tedirgin edici bir atmosferde yansıtıyor. Doğa, çevre, mimarlık ve kültür hakkında yeni den düşünmemizi yönlendiren sergi. Ve “sen söyle” diyor izleyicisine, sen bu kaosun neresindesin?
- Anna Laudel ‘İntergalaktik’ sergisinde uzaya, gezegenimizin sınırlarının ötesine geçme arzumuzun bulunduğumuz yerine olanaklarını pervasızca tükettiğimizin farkındalığından beslenen bir sorgulama... Tükettiğimiz, tükettikçe kaçtığımız ya da tüketmemek uğrana kaçtığımız her ne varsa bizleri kısacık yanan bir kibrit ateşi misali, sonsuzlukta kaybolup gitmekten kurtaracak mı? Cevap eserler üzerinden her birimizde uzayda ya da kendi içimizde bir doğum sancısı gibi
- Şehrin sanat merkezini Dolapdere’de büyük ölçekli bir şekilde canlandıracağı düşünülen, değişimi de değiştirmeyi kendisine misyon edinen Arter Müzesi yeni yerinde açıldı. Açılış programında toplam yedi sergi yer alıyor. Emre Baykal ve Eda Berkmen küratörlüğünde ‘Saat Kaç?’ başlıklı sergi, bellek, zaman ve mekân kavramları etrafında şekilleniyor. Küratörlüğünü Selen Ansen’in yaptığı ‘Kelimeler Pek Gereksiz’ başlıklı koleksiyon grup sergisi, jest, kalıntı ve iz temaları etrafında kurgulanıyor. Altan Gürman retrospektif sergisi, 1976 yılında hayatını kaybeden sanatçının tüm üretimini bir araya getiriyor. Ayşe Erkmen’in sergisi ‘Beyazımtırak’, sanatçının 1970’lerden bu yana gerçekleştirdiği sanatsal üretim içinden retrospektif bir anlayışla seçilenlerle birlikte, bu sergi için özel olarak tasarlayıp ürettiği yeni işleri bir araya getiriyor. Rosa Barba’nın ‘Gizli Konferans’ başlıklı yerleştirmesi sanatçının 2010–2015 yılları arasında müze depolarında çektiği üç filmden oluşuyor. İnci Furni’nin ‘Bir An İçin Durdu’ başlıklı kişisel sergisi, sanatçının bu sergi için ürettiği yeni işlerini bir araya getiriyor. Céleste Boursier-Mougenot’nun offroad, v.2 başlıklı yerleştirmesi, dışarıdaki rüzgârın hızı ve yönüyle etkileşim içinde hareket eden üç adet kuyruklu piyanodan oluşuyor. Arter’deki sergiler için uzun bir gezi günü planlamakta fayda var.
Bol lezzetli, zengin muhabbetli, umarım ki cevaplarını bulabilmenin mümkün olacağı sorgulamalarla dolu keyifli bir eylül ayında kendi şehrini bir turist olarak gezebilmek sıcak yaz uykusundan uyanmanın en güzel hallerinden biriymiş meğer.