Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik-3

KARDEŞLİK

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
11 Eylül 2019 Çarşamba

Eğer hadise bir evrim sonucu değil de, kutsal kitapta yazılı olduğu gibi gerçekleşmiş olsaydı, ‘kardeşlik’ ilişkisi berbat bir deneyimle başlamış olacaktı.

Yazılara göre, Adem ile Havva, ‘iyiyle kötüyü bilme’ ağacından yiyip, bir de çıplak olduklarını öğrenince, Adem Havva’yı ‘bilmiş’, ve çiftin biri Kayin, diğeri Hevel adında iki oğulları olmuştu.

Ebeveynleri gibi Cennet Bahçesinde, ‘bir elleri yağda, diğeri balda’ yaşamadıkları için, iki kardeşin, sizin ve benim gibi, çalışmaları gerekmiş, Kayin dünyanın ilk ‘toprak işleyeni’, Hevel de ilk “hayvancısı” olmuştu.

Kendi temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, sıra şükran göstermeye gelince, Kayin işlediği toprağın ürünlerinden, Hevel ise sürüsündeki koyunların etinin ‘en yağlı kısımlarından’, özenle seçtikleri birer adak hazırlamışlardı.

Efsaneyi kaleme alanlar -muhtemelen vejetaryen olmadıkları için- ölümsüz varlıkların da, tıpkı kendileri gibi, yağlı eti ‘tam buğdaya’ yeğlediğini imgelemiş, Kayin’in zirai adağının kabul görmediğini yazmışlardı.

Adağının reddedilmesi üzerine Kayin, öfkesine tutsak düşerek kardeşi Hevel’i öldürmüş… Ve dünyanın ilk kardeş cinayeti, böylece kayda geçmişti.

Daha sonra gelen kurgu yazarları da temayı sevmiş olacaklar ki, onlar da, düşledikleri efsane, mitoloji ve dramatik yapıtlarda, kardeş cinayetlerine merkezi bir yer vereceklerdi:

Hint efsanesi Mahabharata’da Arjuna, kardeşi Karna’yı… Eski Roma mitolojisinde, Romulus, ikizi Remus’u… Shakespeare’in oyununda Claudius, ağabeyi baba-Hamlet’i… The Godfather filminde, Michael Corleone, ağabeyi Fredo’yu katledecekti.

Hıristiyan mitolojisi ise, itaatsizliği kardeş cinayetinden daha vahim görmüş olacak ki, insanlığın ‘temel’ ya da ‘genetik’ günahının Adem’le Havva’nın ‘yasak meyveyi’ yemesi olduğuna hükmedecekti.

↔↔↔

Ama neyse ki… “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganını yaratan Fransız aydınları, kurgu yazarı değillerdi. Tasarladıkları “kardeşlik” ilkesi, biyolojik bağı değil, herkesin diğerini “öz kardeşiymiş gibi” seveceği sosyal bir düzeni betimliyor, ‘doğa halinde’ birbirlerine rakip ve hasım olan insanların gerçekleştirmeye çalıştığı bir ‘uygarlık hedefini’ dile getiriyordu.

Ve neyse ki… Fransız aydınları, şu hususta yanılıyorlardı: insan doğasıyla uygarlık, birbirlerine muhalif iki güç değil… Tam tersine, uygarca yaşamak, doğanın insana dayattığı bir zorunluluk.

Kendimizi içinde bulduğumuz doğal bir ikilem var: iki temel içgüdümüz, birbiriyle çelişki içinde… Bir yandan, karşı konulamaz bir yaşama içgüdüsü, kişisel çıkarımızı başkalarınkinden üstün tutmaya iterken, diğer yandan, kırılgan doğamız, bizi toplum içinde yaşamaya, başkasının menfaatini de hesaba katmaya zorluyor.

İçgüdülerimiz, kendilerini duygular vasıtasıyla dile getiriyorlar… Yaşama içgüdümüz öyle gerek gördüğünde, öfke, nefret ve kıskançlık gibi ‘yaşamsal’ duyguların… Savunma gereği duymadığı zamanlardaysa, sevgi, merhamet ve şefkat gibi ‘sosyal’ duyguların bize egemen olmasına izin veriyor.

Bizi, her ne pahasına olursa olsun, hayatta tutmaya çabalayan yaşama gücünün “işi abarttığı” zamanlarda, insan aklı devreye giriyor ve kendi menfaatimiz peşinde koşarken başkasına zarar vermemizi engellemek için, dinsel ve laik hukuk yasaları icat ediyor.

Biraz doğa yasalarının, biraz da hukuksal yasaların zorlamasıyla, giderek uygarlaşıp sosyalleşiyoruz… Kişisel çıkarlarımız, toplumunkilerle uyum içine giriyor. Topluma yararlı olmamızın nedeni, ‘iyi’ olmamız değil; ‘gerçek’ menfaatimizi biliyor olmamız.

Adam Smith’in dediği gibi, “Kasap, biracı ve fırıncının akşam yemeğimizi temin etmeleri, hayırseverliklerinden değil, kendi menfaatlerine düşkünlüğünden kaynaklanıyor.”

Fizyokratlar’ın söylediği gibi, “Bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar…”

↔↔↔

Bırakınız, insan işlerini hicvetmeyi, taşlamayı sevenler, insanlıkla alay etsinler…

Bırakınız, ikiyüzlü ahlak bekçileri insandan ‘tiksindiklerini’ söylesinler…

Bırakınız, romantikler medeni yaşamı yerip, yabani yaşamı göklere çıkarsınlar…

Şuna güvenin: İnsan aklı, hemcinsleriyle ‘kardeşçe’ yaşama arayışında, giderek ustalaşacaktır.