Suriye meselesi uzun yıllar Türkiye’nin ana gündem maddesi olma gerçeğini koruyacak. Bu hafta İlter Turan ile yaptığım röportajın belkemiğini oluşturan konulardan bir de de Suriye’de kurulması olasılık dahilinde görülen Suriye Kürt Devleti. Olur mu, olmaz mı zaman gösterecek ama ABD’nin bu konuda ciddi hesapları olduğu da artık kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor ama tabii kul kurar kader güler… Çünkü aynı böyle bir akıbet I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sorasında maalesef Osmanlı Ermenilerinin başına geldi ve her iki tarafın da tarif edilemez derin acılar çekmesine neden olundu. Sakince yaşamlarını sürdüren yığınlarla günahsız insan hayatını kaybetti.
Niyetim ‘bizler ve onlar’ ayrımları yapmak, kamplara ayrılmış bu konunun taraflarından bir tarafı seçmek ve buradan ahkâm kesmek asla değil sadece bu iki vaka hakkında maalesef yüzyıl önce yaşananlar ile günümüz arasındaki benzerliğe dikkat çekmektir. Ve Maalesef ABD’nin başına gelmiş pek çok yöneticinin en acayibi olduğunu düşündüğüm Trump’ın popülist, anlık çözümleri, sorunları çözmek bir yana daha da girift hallere dönüştürüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 14 Aralık 2018’de yaptığı telefon görüşmesinden dört gün sonra 19 Aralık’ta Trump askerlerin Suriye’den çekileceğini duyurdu. Trump’ın asker çekme kararının Türkiye için hem fırsatlar hem de riskler barındırdığı ifade ediliyordu. Bu yorumlarda kararın Türk ordusunun ABD askeriyle çatışma riskine girmeden YPG’yi Suriye ile sınırından 500 kilometre geriye püskürtmesini sağlayacağını ve Türkiye ile ABD arasında ciddi bir diplomatik gerilim unsurunu da ortadan kaldıracağı değerlendiriliyordu. Ancak neredeyse bir yıl bile olmadan o kadar ciddi ve ani gelişmeler yaşandı ki alınan geri çekilme kararını şaka yapar gibi dünyaya bir tweet ile bildiren popülist ABD Başkanı, bugün ilan ettiği çekilmenin yerine Türkiye ile ciddi ayrılıklara düşen bir politika izliyor. Güvenli Bölge kurulabilmesi için ABD ile görüşülüyor ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Eylül ayı bitmeden Fırat’ın doğusunda kendi askerlerimizle fiilen güvenli bölge oluşumunu başlatmamış olursak artık kendi yolumuza gitmekten başka çaremiz kalmayacaktır” şeklinde bir açıklama yaptı. Sular ısınıyor ve çözüm şimdilik çok uzakta görünüyor. Ancak hiç belli de olmaz bir anda alınan kararlarla olumlu bir sonuca da ulaşılabilir diye iyimser olmak istiyorum. Çünkü bölge halklarının çektiği acıları zerrece umursamayan siyasilerin artık acı sınırlarını zorladığını düşünüyorum.
I. Dünya Savaşı’nın meşhur ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1913’te başlayıp 1921’de biten başkanlık döneminde 1914-1918 I. Dünya Savaşı’nın en kanlı cepheleri yaşanmıştı. Osmanlı Devleti’nde 1821’den başlayarak Rahip Pliny Fisk adındaki misyoner ile faaliyetlerine okullar, hastaneler, aşevleri ve daha bilmemne çeşit faaliyetler düzenleyerek coğrafyanın adım adım topoğrafyasını çıkaran Protestan rahipler ordusu, özellikle Osmanlı Ermenileriyle ciddi yakınlaşmalar içine girmişlerdi. Gregoryen Osmanlı Ermenilerini Protestanlığa çevirme gayretleri çok da başarıya ulaşamasa da ulus devletlerine ulaşmada ara formül olarak sunulan ‘Amerikan Mandası’ düşüncesinden çıkarlarına uymadığında ABD vazgeçmişti. Örneğin, Milliyetçilerin niyetini anlamak için Sivas’a Mustafa Kemal ile görüşmeye gönderilen ABD Generali James G. Harbord başkanlığında bir araştırma heyeti, valinin 20 Eylül’de heyete verdiği yemekte Mustafa Kemal’le görüşür. General Harbord, önce Erzurum’da 15. Kolordu Komutanı Karabekir Paşa’ya sonra da Ermenistan’a gittiği gezisinin sonunda uzun bir rapor hazırlayarak bir nüshasını Paris’te Barış Konferansı’na, bir nüshasını da Amerikan Dışişleri Bakanlığına verir. Harbord, Fransa ve İngiltere tarafından işgal edilen Suriye ve Mezopotamya hariç, İstanbul ve Rumeli (Trakya) dahil, bütün Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde bir manda rejiminin kurulması gerektiği üzerinde durmuş, fakat manda yönetimini üzerine almakla, Amerika’nın en az bir kuşak boyu bu işe bulaşacağını, askeri bakımdan, değişen şartlara göre, 25 ile 200 bin arasındaki bir askeri kuvvetle bu rejimi desteklemek zorunda kalacağını, manda yönetiminin ilk beş yılda 756 milyon dolarlık bir mali yükü de sırtlaması gerekeceğini yazar. Bu rapordan bir ay sonra Amerikan Senatosu, 28 Haziran 1919 tarihli Versay Antlaşması’nı ve ona bağlı olan Milletler Cemiyeti Paktı’nı onaylamayı 19 Kasım 1919’da reddeder, Amerika Milletler Cemiyetine üye olamaz. Hâlbuki manda rejimleri Milletler Cemiyetine bağlı bir sistemdir. Manda rüyası sona erer. Pragmatist ve tüccar Amerikan kafası, Woodrow Wilson’un Türkiye’nin doğusunda bir Ermenistan kurmak çabalarının olmayacak duaya amin demek olduğunu, dağılan Osmanlı Devleti topraklarının hepsinin ya da bir bölümü üzerinde manda üstlenmenin, Türk tepki ve direnişinden başka ABD bütçesi için büyük masrafları ve askeri birlikleri bulundurmayı gerektireceğini çabuk anlamış ve bu heveslerden vazgeçmişti.
Aynı saflıkta demek istemiyorum ama ne tip analistlerle çalıştığını bir türlü anlayamadığım ABD ve Başkanı Trump’ın aynı saiklerle hareket ettiğini ve sanki şimdi de mavi boncuk dağıttıkları Kürt halkına aynı acıları yaşatmaktan zerre kadar kaçınmayacaklarından eminim. Çünkü halklar ya da insanlar savaş dansı yapan ordular için bir hiç… Ders almak insanın doğasında olmalı. Bu coğrafyada fay hatları çok kırılgandır, sonra YPG’yle flört ederken sadık dostun Türkiye Cumhuriyeti’nden oluverirsin.