İrlandalı yazar Samuel Beckett 1989 yılında yaşamının son haftalarını Paris’te Katolik bir hastanede geçirmiş. Son günlerinde durumu iyice kötüleştiğinde Beckett, hemşerisinden en sevdiği viski Jamesson’dan bir şişe getirmesini rica etmiş. Hemşire hanımın çalıştığı hastanenin katı kuralları vardı ve içeriye alkol sokması mümkün değildi. Yazara durumu da bu şekilde belirtmiş. Öte yandan hemşire hanım hastasının sağlık durumunun umutsuz olduğunu ayırdındaymış. Birkaç gün içinde tutumunu değiştirmiş ve hastaneye bir şişe Jamesson’u sızdırmış. Beckett’in son arzusu, hemşiresinin kaşıkla ona birkaç damla viski içirmesiyle gerçekleşmiş. O gece memnun biçimde uykuya daldıktan sonra ünlü yazar huzurlu ve sakin bir şekilde yaşama veda etmiş.
***
Bu küçük ve dokunaklı öykü, şair ve yazar fotoğrafçısı Lütfi Özkök’ün biyografisinde dikkatimi en çok çeken bölümler arasındaydı. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ve ‘Rüzgarların Yolunda’ adını taşıyan kitabın yazarı Cumhuriyet Gazetesi’nin Pazar Yazarları’ndan tanıdığımız Osman İkiz.
Yapıtı okumadan önce Lütfi Özkök’ün yazar fotoğrafçısı olduğunu biliyordum sadece. Şimdi ise onun Türk, Fransız ve İsveç kültürüne yaptığı katkıları öğrendim.
Lütfi Özkök’ün Samuel Beckett ile dostluğu 1960’ların başına dayanıyor. Genellikle basına fotoğraf vermeyen Beckett, Lütfi Özkök’ün mütevazı ve açık duruşundan etkilenmiş, evinin ve iç dünyasının kapılarını ona aralamıştı. Öyle ki Beckett, Nobel’e aday gösterildiği kendisinin fotoğrafını isteyen basın mensuplarına şu yanıtı vermiş: “İsveç’te bir Türk var. O, fotoğraflarımı çekti. Onu arayın!”
Lütfi Özkök aralarında Sartre, Neruda, Singer, Canetti, Grass ve Pamuk’un da yer aldığı birçok Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarın fotoğrafını çekmiştir. O kadar ki Nobel’i hangi edebiyatçının alacağını Özkök’ün belirlediğine dair bir abartı bile dile getirilmiştir. İşin esprisi bir yana, Yaşar Kemal’e bu ödülün verilmemesinde fotoğraf sanatçısının etkisinin olup olmadığı kitapta detaylarıyla aktarılan bölümler arasında.
Yazar fotoğrafları konusunda sanatçının İsveç basınında kapladığı yer öylesine bir boyuta ulaşmış ki bir dönem yayınlarında altına şu dipnot düşülmüş: “Bu fotoğraf Lütfi Özkök tarafından çekilmemiştir!” Meslekte gelinebilecek daha zirve bir nokta hayal edilebilir mi?
Kameranın önüne poz verenler arasında sevdiğim diğer bir bölüm de Nazım Hikmet üzerine. 1958 yılında şairin yürüdüğü kaldırımlar, Türk entelektüel ve sanatçılarıyla buluşması, kitabını imzalamasını okurken içimi biraz heyecanlı biraz buruk duygular kapladı. Türk ve İsveç kültürlerinin kesişimi benim yaşamımı etkiliyor çünkü.
Lütfi Özkök’ün II. Dünya Savaşı sırasında Viyana’ya mühendislik okumaya gitmesi ve oradan izleminlerini okumak ayrıca ilginçti. Özkök Viyana’da Hans adında Yahudi bir arkadaş edinmişti. Bireyin toplumsal baskılar karşısında ağır yenilgi aldığı savaş döneminde Özkök, Hans ile arkadaşlığı konusunda uyarılmıştı. Dikkat etmediği takdirde Gestapo’ya ihbar edilebileceği bildirilmişti.
Okumayı tamamladığımda, “Osman İkiz iyi ki bu kitabı yazmış” dedim. Böylelikle iki yıl kadar önce vefat eden fotoğraf sanatçının yaşamı Türkçe ve İsveççe dillerinde belgelenmiş oldu. Sanata ve bilime gönül verdikten sonra üretkenliğin ve çalışmanın ulusal sınırları aştığını kanıtlar nitelikte bu biyografi. Bunu bir de siyasete gönül verenler anlayıp, çözebilse...