“Talmud der ki: ‘Her insan, dünya sadece benim için yaratıldı’ demeli. Bu da, her birimizin bütün dünyadan sorumlu olduğumuz anlamına geliyor.” Rabbi Noah Weinberg
Aslında çok şey vardı yazacak. Çok şey. Bienal’i yazabilirdim mesela. Bienal’i yazsaydım eğer, öncekilere göre daha sakince sözünü söyleyen bir bienal olduğunu yazardım. Mekânların içine çoğunlukla oda oda yerleşen her bir sanatçının işinin -belki de okyanustaki dev plastik adaya işaret edercesine- diğerinden ayrı bir ada gibi olduğunu söylerdim. Kopuk ve bağımsız… Daha kapalı. Ön izlemeler sırasında sohbet ettiğim bir ziyaretçinin dediği bibi, küratör Nicolas Bourrioud’nun da etkisiyle “daha Fransız” bir duruşu olan bir bienal. Okyanuslarda İstanbul’un yüzölçümünün beş katından daha fazla bir alanı işgal eden yüzer gezer plastik adasını Bienalin teması. Antroposen çağı yani insanın doğaya hükmetme dönemi... Doğaya yüklenerek kendini yok etmesinin yolunun da açıldığı dönem. Peki, ama nereye kadar?
Bienal’in farklı mekânlarında gezdikçe, okudukça bu konuda düşünüyor insan... Ama düşünmek, eser üretmek, sergilerde sunmak aslında konuşma metnini değiştirmenin ilk adımı. İkinci adım, İsveçli öğrenci Greta Thunberg’den geliyor. Greta, Asperger Sendromu ve dikkat eksikliğine bağlı hiperaktivite bozukluğu teşhisi konulmuş 16 yaşında genç bir aktivist. Ancak Greta, hastalık bahanelerinin arkasına saklanmadan politikacıları ve tüm yetişkinleri göreve davet ediyor.
Onun geçen yıl İsveç Parlamentosu önünde “Geleceğimizi çalıyorsunuz” diye başlattığı ve her cuma devam eden iklim için okulu bırakma eylemleri dünyanın dört bir yanına yayılmıştı. 15 Mart ve 24 Mayıs tarihlerinde iki büyük küresel iklim grevi gerçekleşti. Bu grevlere onlarca ülkeden 2 milyondan fazla genç aktivist katıldı. Küresel İklim Grevi eylemlerinin en sonuncusu ve en büyüğü de bu hafta Türkiye dahil 139 ülkede düzenlenmekte.
“Görmenin zamana ihtiyacı vardır, tıpkı yeni bir arkadaş edinmek gibi...” diye yazmış Georgia O’Keefe bir kitabında. Dinlemenin de öyle. Dünyayı duyabilmek için durup dinlemeyi öğrenmek gerek. İçine doğduğumuz, bir parçası olduğumuz, çocukluktan yetişkinliğe geçerken sıklıkla unuttuğumuz doğanın lisanını yeniden öğrenmemiz gerek. Ve gençleri de dinlemeyi öğrenmemiz gerek.
O yüzden, bu hafta susup, sözü henüz sadece 16 yaşındaki bu güçlü kıza bırakmak, dinlemek ve sonra da - bahaneler üretmeden - harekete geçmek gerek.
“Gezegenimizi sadece kendi neslimiz için yaşanabilir kılmak değil amacımız. Bizler gezegenimizi bizden sonraki nesiller için yaşanabilir kılmak istiyoruz.”
Biz Yahudiler, bu pazar yeni yılı kutlayacağız. Dünyanın doğum gününü kutlayacağız. Bir sonbahar günü, bir doğumu kutlayacağız. Sonbahar hüzün mevsimi olarak algılanır, oysa her son yeninin açığa çıkması için yolumuza sunulmuş bir hediyedir. Bu bayram - bayramı inancınız gereği kutluyorsanız ya da kutlamıyorsanız da - doğanın bize sunduğu hediyeleri düşünme, onları dinleme, hissetme, sorumluluğumuzu üstlenme ve doğa ile barışma bayramı olsun. Kutlayalım ve kutsayalım doğayı ve yaşamı. Çünkü doğa yoksa yaşam da yok. Ve Yaşam yoksa hiç birimiz yok. Şana Tova, iyi bir yıl. Hep birlikte yaratacağımız iyi bir yıl olsun.
***
Mevsimin öne çıkanları:
(Çılgın eylül ayında gezmeye yetişebildiklerim arasından ve geçen haftadan devam)
- 16. İstanbul Bienal’i Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Pera Müzesi ve Büyükada’da çeşitli mekânlarda devam etmekte. Büyükada’da Taş Mektep’te Hale Tenger Ses Yerleştirmesi her hava şartında tekrar deneyimlenmeli sanki. 7. Kıta’yı merkezine alan Bienal’de tekrar tekrar kaşımıza çıkmasıyla dikkatimi çeken bir diğer mesele de “sahte” üzerine olan işlerdi.
- Mit, Efsane ve Masallarla Avrupa’dan Çağdaş Seramik, Kalıpları Aşınca farklı kültürlere ait, kuşaktan kuşağa aktarılan mitlerin günümüzdeki yankılarının ilham verici bir güncel sanat dalgası oluşturmasına dikkat çekiyor. Kâbusların rüyalarla, güzelliğin dehşetle ve geçmişin günümüzle harmanlandığı bu evrende hikâyeler arasında çok güçlü bir rüyada gibi dolaşırken kendi hikayelerinizi yaratmanız işten bile değil. Kaçırmamalı, hatta tekrar tekrar gidilesi, naçizane.
- 500. Yıl Türk Yahudileri Müzesinde Şeli Abut Benhabib’in Unlimited sergisi Bienal Paralelinde sürüyor.
Bu arada Orbay Soydan iki yıl önce Edirne Sinagogu için hazırladığımız ve naçizane benim de yapımcısı olduğum ‘Edirne’de Karşılaşmalar’ sergimizden etkilenerek ‘Bir Zamanlar Edirne’de başlıklı bir belgesel hazırladı. Bir Zamanlar Edirne’de yaşamış Yahudi, Ermeni, Rum toplumların hikâyelerini toplamak üzere yola çıkan Orbay Soydan bu çalışmasının ilk ayağı olan Edirne Yahudileri ile ilgili bizlerle yaptığı (Işıl Demirel, Metin Delevi, Moiz Bayer, Namık Kemal Döleneken ve ben) Youtube kanalında yayınladı. İlgilenen için link: http://www.youtube.com/watch?v=NB6tSkHYWUo#action=share