Nasılsın?
Sabah yürürken karşıma çıkan arkadaşımın “Nasılsın?” sorusuna alışkanlıkla iyi olduğumu söyledikten ve ayaküstü bir süre onunla söyleştikten sonra ayrıldık. Yoluma devam ederken nedense aklıma takıldı, düşündüm: “Nasılsın?” sorusunu günde kimbilir kaç kez soruyor ve yanıtlıyoruz. Genelde karşılaştığımız herkese bunu sorarak, bir selam sözcüğünün yerine kullandığımızı söyleyebilirim. Kuşkusuz yakın dostlar arasında, aile çevresi içinde, bir kaygıyı, ilgiyi öne çıkaran bu ve benzer soruları konumuzun dışında bırakıyorum. Yoksa arada bir gördüğüm ya da telefonda konuşmak zorunda olduğum birinin, nasıl olduğumla ilgili bir kaygısı olacağını düşünmüyorum; ama dediğim gibi, dil alışkanlığı… İyiyim desem, zaten konu kapanıyor. Karşılıklı selamlaşmışız gibi… İyi olmadığımı söyleyip yaşadığım sorunları saymaya, onlardan yakınmaya başlasam, karşımdakinin ne denli umurunda olur, onu da bilmiyorum.
Belki de bu soruyu hiçbir yorum yapmadan Murathan Mungan gibi yanıtlayabiliriz:
“Nasılsın / Gördüğünüz gibi./ akşam yine akşam yine akşam”
Bir gün batımından söz ettiğimize göre, istenirse bu yanıttan da farklı görüşler çıkarılabilir. Oysaki bu soruyu soranın, her tür yanıta hazırlıklı olması gerektiğini de söylemek isterim.
Ahmet Arif, Leylâ Erbil’e yazdığı bir mektupta şöyle diyor:
“Nasılsın, diye sormak, söyleyecek sözü olmadığından vakit kazanmak istemekmiş. Hiç düşünmedim. Üstelik sana söyleyecek sözümün olmaması felâket olun benimçin. Gene de sorabilirim di mi canım? İyisin, mutlusun ve güzel. Elbette, senden güzeli olamaz.”
Leylim Leylim başlıklı kitabında toplanan mektuplarını okurken bütün tümcelerinde, Arif’in, Leylâ Erbil’e hissettiği sevgiyi duyumsayabiliyoruz.. Ayrıca her mektubunda kullandığı “Nasılsın?” sözcüğüne yüklenmiş, yazarın yalnızca kaygısını görüyorum. Bir annenin çocuğuna, bir eşin diğerine, bir âşığın sevdiğine nasıl bir sevgi ve ilgiyle soruyorsa…
Bu tür bir soruya her zaman kısa ve yalın yanıtlar alamayabiliriz. Kimi uzun söylevleri ve yakınmalarıyla bizi boğabilir, kimi de aydınlatıcı sözleriyle düşünce ufkumuzu genişletebilir. Şeyh Gâlip’in Divân’ında mealen söylediği gibi…
“Bana ‘Nasılsın, iyi misin?’ diye soruyorlar / Dört dörtlük bir iyilik nasıl olabilir ki? / Dört karşıt unsurun bileşiminden / İnsan kılığında geldiğim şu dünyada / Her şey yerli yerince olsa da, / Ya su rahatsız ya toprak ya ateş ya da hava / Bu dört mıha çakılmış bulunmaktayım.”
Konuya bir başka açıdan bakacak olursak; bireysel kaygıların yanında, ülke sorunlarının, yaşanan ekonomik koşulların da bu soruyla gündeme geldiğini düşünüyorum. “Nasılsın?” diye söze başlamak, etkilendikleri sorunlardan karşılıklı yakınmak ya da paylaşmak için atılan ilk adımdır, diyebilirim. Nitekim bu soruyla başlayan bir söyleşinin, çoğu kez ne zaman ve nasıl noktalanacağını kestirmek kolay olmuyor.
Bu kadar sözden sonra, ben hakkımı kullanarak sorayım, siz de yanıtınızı düşüne durun:
-Nasılsınız?