Kitabın orijinal adı ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’. Sadece dünyada değil Türkiye’de de baskı üzerine baskı yaptı. Kadınların içsel karmaşasını bütünleyerek sağlam bir varoluşa dönüştürmeyi arzulayan yegâne bir hizmet bana sorarsanız. O kadar şahane bir kitap ki geç tanıştım halde bazı yerlerini yeniden ve defalarca okudum. Bilinçaltına ve bilinç dışına ulaştığı yöntemi buradan paylaşmayacağım lakin amacına ulaştığı konusunda şüpheniz olmasın.
Neden kurtlar?
İnsana en yakın davranış kalıpları ve içgüdüsel benzerlik gösteren güçlü bir simge. Simgesel anlatımı çok yüksek.
Benim başlığım neden devekuşlarıyla koşan kadınlar?
Çünkü Türkiye’de kadınların tam olarak yaşadığı bu. Devekuşu attan daha hızlı koşar. Ayrıca erkek devekuşu bir aslan gibi kükrer. Gel gör ki; bizim efsanemizde de devekuşu, bir tehlikeyle karşılaştığı zaman düşmanını görmemek için başını kuma gömer. Yani bizim yolculuğumuz bu mantıkla devekuşlarıyla yapılmakta.
Fakat ben yine de bize özgü hikâyelerle durumu biraz daha deforme etmek istiyorum.
Türkiye özelinde kurtlardan ziyade, mesela ayılarla koşan kadınlar hatta ayılardan son hızla koşan hatta yine de kendisini kurtaramayan kadınlar da var. Her gün şiddetin türlüsünü yaşıyorlar. Sadece fiziki değil psikolojik şiddet de vahim durumda ve kadınlık adına ağır bir trajedi yaşanıyor. Kadın tanımını nereden tutarsanız tutun; ne cinsiyet, ne duygusu ne de varlığıyla tam olarak bilinç ilişkisine geçilmiş değil ülkemizde. Erkeklerimiz anneleri dışında kızları dahil kadını nereye koysun hakikaten şaşırıyorlar. Emin olun bunu en eğitimlisinden en eğitimsizine kadar size ispatlarım. Gözlemledim ciddi ciddi üşenmeden izledim. Eğitimlisi de eğitimsizi de kendine bir kız babası modeli bulmaktan öteye gitmiyor. Mahalleden ya da bir yerden. Hangi çevredeyse koşullar biraz da ona göre değişiyor.
Meseleyi basitleştirmekten yana değilim ama gerçeği bugünlük Borges ya da Marquez gibi büyülü olarak sunamayacağım. Kimse çarşafların ucuna tutunarak gökyüzüne yükselemedi henüz. Hâlâ saçlarımızın altında taşıdığımız zihin ve onun köküne inen inançlarla besleniyoruz, hareket ediyoruz ve konuşuyoruz. Demek istiyorum ki; şartlar seni hâlâ güncellemiyor. Farkında mısın?
Daha ötesinde iş dünyasını düşünelim. Bazı erkeklerin kurtlar kadar aç davranıp kadınlara açmadıkları alanları bizzat deneyimlediğinden yazıyorum. Belki yazıla yazıla ihtimalen de olsa gelecekte yapılmaz umudum hâlâ var. Onu naif ve çıkıntı durmayı göze alan bir romancı gibi hâlâ besliyorum.
Ülkemdeki gazetecilik biçimini ve gazetecileri gördükçe kendime gazeteci demekten çoktan vazgeçmiş bir bireyim. Buradaki birey kelimesinin altını çizmek istiyorum. Çünkü gerçekten bir birey olarak çaba vermenin yanındayım. Türkiye’deki gazeteciliği ise ana akımda erkek cenahı çevresinde birbirlerinin paçasını tutarak yapılıyor. Kadınlar bu konuda kesinlikle daha bireysel. Akla ilk gelen örnek; Ayşe Arman kendi röportajlarını, kendi işlerini, hayatını ortaya döktüğü bir model koyuyor ortaya. Tartışırsınız, seversiniz, sevmezsiniz fark etmez. O neyse onu ortaya koyuyor. Kendi paçasını tuta tuta ilerliyor.
Erkek tarafı diye ayırmak gerçekten zoruma gidiyor, hoş değil. Hele benim gibi hayata cinsiyetsiz bakan biri için inanın daha gıcık bir durum. Ancak başka türlü anlatmak da kolay değil. Bir dolu köşe yazarı düşünün ya da gazeteci, isim vermeyeceğim. Arasında şu an işlerinden uzaklaştırılanlar da olsun. Hepsi yine birbirinin paçasına tutunarak geziyor. Hiçbirinin bağımsız tek başına yaptığı iş yok. Aralarından çıkan yeni jenerasyon var ama ilginçtir o da paçasını ufaktan kaptırıyor. Tuhaf tuhaf isimlerle gruplu halinde, 80’lerin komşuculuk ve mahalleden arkadaşlar duruşu hayatlarından hiç gitmiyor. Küçük kolektif mahallelerinde yaşıyor hepsi erkek gazetecilerin. Oradan ayrılanı kurt kapar diye. Dolayısıyla kurtlarla koşmuyor bizim kadınlar buralarda başka simgeler var. İşe yarasa hiç sorun değil ama faydasız bir kolektivizm.
Kendi kadın mesai arkadaşlarının getirdiği işi ham diye yutup, üstüne bir de “sunucu ile ortak mı olunur” diye ortada dolaşan sonra da ekranda kadın hakları savunuculuğu yapan gazeteciler de var. Kendi bahçesindeki zehirli otlardan tekini bile yolmadığı gibi otoritenin zehirli otlarına kafayı takmış. Peki, arkadaşım otoritenin hatasını söyle elbette ama senin inandırıcılığını nereye koyalım? Senin öncelikle kendini ve kadınları aldatmanı, aç gözlülüğünü, üstüne yatmanı ve emeği yok saymanı biz nereye koyalım?
Bu noktada da hayat devreye giriyor. Gördüğünüz üzere basın adına öyle bir kara bir dönemden geçiyoruz ki, çoğu gazeteci işsiz kalmasının yanı sıra insanlık sınavından da kalıyor.
Fikirlerini korumaya çalıştığı yerde asıl duruşunu koruyamayan insanların, bana göre bu ülkede söyleyecek mühim sözleri yoktur. Olsa da zaten bir yere ulaşmaz.
Türkiye’nin matbuat tarihinin değişmesi için birkaç jenerasyon ötesinde öncelikle bilinç değişimi şart. Mevcut ve yeniye, kendinden farklıya izin vermeyen sadece onların işaret ettikleri otorite değil aynı zamanda şikayet sahiplerinin bizzat kendisi.
Bir de zamanında iktidarın yanındayken orayı burayı arayıp ona/buna iş vermeyin diyen adamların şimdi kendilerine üstelik eski arkadaşları tarafından aynısı yapıldığında, “adaletsizlik bu” diye çıkışmalarını ayrıca komedi filmi olarak mı izlesem henüz karar veremedim.
Gerçekten gazeteci erkek grubu arkadaşlara toptan şunu sormak istiyorum. Tek sorunca üzerlerine alınmıyorlar kolektif hareket ettikleri için. Acaba ne zaman yetişkin bilincine geçersiniz? Haber edin.
Sevgiler.