Geçtiğimiz günlerde, Toscana bölgesini klasik arabalarla gezmek üzere aklımca dinlenmeli bir seyahate çıktım. Araba kullanmanın şimdiki anlayışımızdan biraz daha dikkat ve güç gerektirdiği 60’lara ait, Alfa Romeo Julialar ile zeytinlik ve üzüm bağları ile dolu bir bölgeyi üç gün boyunca doyasıya gezdik. 13. yüzyıldan beri korunmuş bölge, filmlere ev sahibi olmuş taş binalarla ve kulelerle zaman boyutunu tamamen unutturacak güzellikteydi.
Beni en çok etkileyen şehir Siena oldu. Ortaçağ’a ait görüntünün yanı sıra, günümüze kadar devam ettirilen Palio isimli at yarışları, bölgeyi capcanlı tutmuş. Palio, hipodromda yapılan bir yarış değil. Şehrin tam göbeğindeki meydana kum taşınarak, Piazza del Campo’da gerçekleşiyor. Düşünün senede iki kere, dev bir meydan 20 cm kalınlığında kum ile kaplanarak yarış pistine çevriliyor. Kendi eyaletlerini temsil eden rengârenk kılıklı jokeyler eyersiz yarışıyorlar. Yarışta bir savaş gibi usulsüz kazanma şekilleri uygulayabiliyorlar. Örneğin başka atı engellemek, itişmek gibi kural hataları göz ardı ediliyor. Ve yarışı bir at, üzerindeki jokey düşmüşse bile kazanabiliyor.
Bu yarış, bölgenin şehir devletleri kültürünün günümüze bir uzantısı olduğu için çok önemli. Artık İtalya cumhuriyeti olan pek çok şehir, Ortaçağ boyunca kendi başına özerkliği olan birer şehir devletiydi, bir prens tarafından yönetilir ve kendini korumaya çalışırdı. Aynı yüzyıllar boyunca Türk devletleri tam merkeziyetçi anlayışla yönetilir, hükümdara biat edilirdi. O yüzyılların bir hatırası olarak sürdürülen at yarışı geleneği yine de hayvan hakları savunucuları tarafından hiç hoş karşılanmıyor.
Bu bölgeyi gezerken elimde Machiavelli’nin Prens’i olması tamamen bir tesadüf olmasına rağmen müthiş bir tamamlayıcı oldu. Bu yüzden kısaca Prens’ten bahsedelim. Kitap, aslında Machiavelli’nin dönemin Medici yönetimine hoş görünmek için yaptığı bir çalışma, ancak yaptığı tespitler o dönemin İtalyan şehir devletlerinin ötesinde modern siyasette devlet kavramını ilk tanımlayan kuram olduğu için çok ünlü. Prens’te bahsedilen en önemli iki kavram erdem ve talihtir. Erdem dindeki gibi bir şey değil, bir amaca ulaşmak için uygun araçları kullanma kapasitesidir. Güç, beceri, yetenek ve kararlılık erdemdir örneğin. Ancak erdemsiz davranışlar da amaca götüren birer araç olarak değerlendirilebilir. Ve bir Prensin, cömertlik ve merhamet duygularına sahip gibi ‘görünmesi’ yeterlidir.
“Bir prens insanların 'iyi' olarak anılmasını sağlayan her şeye uymaz. Merhametli, sözüne sadık, insancıl, dürüst, dindar görünmek yararlıdır, ama zihnini öyle bir hazırlamalısın ki olmaman gerektiğinde tersine dönüşmeyi bilmeli ve bunu yapabilmelisin. Yine de bu iyi niteliklere sahipmiş gibi 'görünmek' yararlıdır.”
Machiavelli’ye göre talih ise elde olmayan gelişmelerdir. Örneğin salgın hastalıklar, kıtlık, işgaller talihtir. Ona göre ileri görüşlülük insanları talihin kötü etkilerinden koruyabilir.
Kısacası, Prens, diktatörlerin el kitabı değil. Amaca ulaşmak için her yolun mubah olduğu gibi bir cümleye özetlenemeyecek çok değerli tespitleri olan bir gözlemler bütünü. Öyleyse bu yazıyı da ona ait ünlü ve pervasız bir özdeyişle bitireyim:
“İnsanın tuzakları tanımak için tilki, kurtları korkutmak için de aslan olması gerekir…”