Araplar çok zengin

Kral Abdullah yani asıl adı Abdullah el Hüseyin, 2. Meşrutiyet’te Osmanlı parlamenteridir ve Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğludur. Şerif Hüseyin, İngilizlerin de desteğiyle 1923’ten sonra Doğu Ürdün’ün, 1946’dan sonra da Ürdün’ün kralı oldu.

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
30 Ekim 2019 Çarşamba

Bir önceki yazımda başladığım Arap milliyetçiliğinin doğuşu kavramında söz etmemiz gereken mihenk taşlarından biri Haşimi soyundan gelen Kral Abdullah ve yapıp ettikleridir. Kral Abdullah yani asıl adı Abdullah el Hüseyin, 2. Meşrutiyet’te Osmanlı parlamenteridir ve Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğludur. Şerif Hüseyin, İngilizlerin de desteğiyle 1923’ten sonra Doğu Ürdün’ün, 1946’dan sonra da Ürdün’ün kralı oldu.

Anılarını kaleme aldığı, ‘Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik’ adlı otobiyografisinde, ısrarla dinin sahibi olan Arapların, İslam’ın kutsal kitabını anlamaktan bile aciz bir kavim olan Türkler tarafından kontrol altına alınmış olmasını hiç ama hiç hazmedemediğini ısrarla yinelemiştir. Abdullah’a göre İslam’ın kutsal toprakları, bölgenin asli sahipleri tarafından yönetilmeli, gözetilmeli, kullanılmalıdır. İttihatçılar’ın dar görüşleri, hilafeti ve saltanatı kendilerince meşruti milli bir yönetime çevirmeye çalışmaları, hilafete sahip olduktan sonra tamamen Arap milletini göz ardı ettikleri bazı çevrelerce hep söylenegelmiştir. Bu görüşlerin bugün de tam anlamıyla etkisini Arap toplumlarında hissedildiğini düşünmüyor değilsem de geçmişi anlayıp yorumlayabilmenin olayın tüm tarafları tarafından yazılmış olanların okunduğu, araştırıldığı zaman mümkün olabileceğini de biliyorum.

Geleceğin İngiliz destekli Ürdün kralı Abdullah, Aşiret Mektebinde eğitim gördü. Yıldız Sarayı içinde kurulan ve imparatorluk dahilindeki Arap aşiretlerine mensup çocukların, daha sonra da diğer aşiretlerin çocuklarının kabul edilmeye başlandığı saraya bağlı özel bir eğitim kurumuydu. Bu mektebin kuruluş amacı, Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan Arap ve diğer aşiret reislerinin çocuklarını İstanbul’da sarayın nezâreti ve himayesi altında bulunan bir okulda toplayarak onlara Türkçe öğretmek, eğitim ve öğretimlerini sağlamak, aynı zamanda hilâfete, saltanata, Devlet-i Aliyye’ye ve Bâbıâli’ye sadakatlerini arttırmak, bölgelerine döndüklerinde devlet için faydalı hizmetlerde bulunmalarını sağlamaktı. Aslında gayet politik amaçlara hizmet eden, daha çocukluktan Osmanlı sempatizanı yetiştirmeyi hedefleyen ve bu hedefe geleceğin ulus devletlerinin müstakbel yönetici ailelerinin çocuklarını oturtan mantığın gözden kaçırdığı bazı konulardan birinin kaleyi içerden fethetmeye çalışırken; kendi benliğinizin de tüm ayrıntılarını ana hatlarıyla ele veriyor olmanızdı. Abdullah, Osmanlı meclisine mebus olduktan sonra sürekli çıkartılan yeni kanunların yönetici unsur olan Türklerin lehine olduğunu, Türklerin diğerleri üzerine hakimiyet kurmaları ve eski düzeni sırasında diğer unsurların sahip oldukları hakları gasp etmeleri olarak algılıyordu. Yeni okullar inşa etmek, yollar açmak gibi masraflar Osmanlı kanunları tarafından düzenlenen genel vergilerden karşılanıyor ama devletin her yanında, ne için gerekliyse kullanılıyordu. Ama Abdullah’ın ifadelerine göre, ‘Bu gelirlerin yüzde sekseni tamamen Türklere ait bölgelere harcanıyordu.’ Tabi bu ifadenin objektifliği hakkında ciddi şüphelerim olduğunu da söylemeliyim. Çünkü İttihatçıları hiç sevmediğini defalarca söyleyen Abdullah için mesela Hicaz Demiryolu hattı da bir baş ağrısıydı. Çünkü mesela söz konusu demiryolunun kurulması babası Şerif’e göre Hicaz’da deve taşımacılığı yapanlara, Kabe’nin tavafı ya da Hz. Muhammed’in kabrinin ziyareti sırasında hacılara rehberlik ederek geçimlerini sağlayanların artık bu gelirleri elde edememesi anlamına gelecekti. Abdullah’ın anılarında yine ilginç bir karşılaşmadan söz edilir. Harbiye Nazırı Enver Paşa’yı ziyarete giden Abdullah, aynı salonda bekleyen Abdullah Çaviş ile karşılaşmasını ve ünlü düşünürün şu sitemlerini aktarmaktan kaçınmamıştır. Çaviş, Mısır’da doğup büyümüş son dönem düşünce ve fikir adamlarındandır. Ömrü boyunca işgalcilere karşı çıkmış ve İslâm topraklarının işgalden kurtarılması için yayın yoluyla faaliyette bulunmuştur. İngilizlere karşı yayımlattığı beyanname ile mahkemeye verilmiş ve mahkemeden beraat etmiştir. Trablusgarp ve I. Dünya savaşlarında Müslümanları, İngilizlere karşı harekete geçmeye çağırmıştır. Çaviş, Abdullah’a, “Bu Hicaz’ın hali nedir böyle? Devlet ne zaman bir ıslahat yapmaya kalksa Emir hazretleri çeşitli mazeretler uyduruyor. Demiryolu projesi ve yollardaki güvenlik konularında da takındığı tavır da aynıdır. Şimdi Medine’de idaresi bana tevdi edilen bir Darülfünun vardır ama Şerif buna da karşı çıkıyormuş, öğrendiğime göre…” Abdullah, bu işlerin düzelmesi konusunda devletle babası arasında aracılık yapmayı bile öneren Çaviş’i kibarca tersler ve Enver Paşa’ya da ziyaretinin devamında şikayet etmekten geri durmaz.

Ancak anlaşılan ok yaydan çıkmıştır ve Araplar ne olursa olsun bağımsız devletler kurmak yolunda azimlidir. Devrin liderlerinin gözünde İttihatçılar, kendine yontan bir zihniyetin daha da keskin bir devamıdır. Bir devir kapanmakta yeni bir devir başlamaktadır. Geçmişin izlerinden kurtulmaksa her ulus devletin en büyük hayalidir. Bu hayal uğrunda kendisine yaklaşan her bıyıklıyı dedesi zanneden insanların gelecek hayalleri de o bıyıklıların elinde heba olabilir, dikkat şarttır.