Azınlık olmanın bilgeliği

Mois GABAY Köşe Yazısı
30 Ekim 2019 Çarşamba

Milli Gazete (26-10-2019) İsmail Hakkı Akkiraz -DENK GELDİ... “Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, sıkıdır ve cimridir derler. Bu yüzden onlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve haddi aşmalarıdır. Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Kur’an, Yahudilerden çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır.”

Geçtiğimiz hafta bildiğiniz üzere Konya’da kamusal bir alanda otobüs duraklarında Anadolu Gençlik Derneği ve Milli Gençlik Vakfı imzalarını taşıyan “Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, O’da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez” ifadelerinin bulunduğu, kana bulanmış Davut Yıldızı ve Haç resimleri çizili, Maide Suresi 51. ayetten alındığı belirtilen afişler asılmıştı. Konya Büyükşehir Belediyesinin hızlı farkındalığı ile afişler kısa bir süre sonra kaldırıldı. Her ne kadar afişleri hazırlayan vakfın konuya ilişkin ‘yanlış anlaşıldık’ açıklaması pek anlaşılamasa da sosyal medyadaki birçok tepki de umut vericiydi. Peki, yaşananlardan sadece birkaç gün sonra yukarıdaki örnekte görüleceği gibi medyada din üstünden yapılan antisemitizme ne demeli? Son yıllarda gittikçe artan, İsrail aleyhtarlığı ile karışmış bir şekilde topluma düzenli olarak sunulan bu antisemitizmin ardında yapılmak istenen bilgisizlik, yanlış anlaşılma filan değil düpedüz geçmişe dair ortak bir hafızanın yeniden üretimidir. Hafıza sanılanın aksine, normalde geçmişe gönderme yapsa da söz konusu geçmiş belirli şekillerde ve seçilerek hatırlanarak daha ziyade günümüzde üretilen bir süreçtir. Kolektif bellekte ‘Osmanlı’nın yıkılışının önemli sebeplerinden biri’ olarak gösterilmek istenen Yahudiler, Rumlar ve Ermenilerin 20. yüzyılın ortalarına kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin beşiği İstanbul’un modernleşmesine yaptıkları katkılar görmezden gelinmekte, nüfusun neredeyse yarısı olan bu kozmopolit yapı unutturulmaya çalışılmaktadır. Medyada ve politik söylemlerde sürekli diri tutulan, şeytanlaştırılan İsrail kelimesi Yahudi ile birlikte toplum hafızasında tüm kötülüklerin anası olarak işlenmekte, iki ülke arasındaki gerek ticari gerekse de tarihsel bağlar hasıraltı edilmektedir. Aksi bir durumda eğitim müfredatında azınlıkları tanımaya yarayacak konuları ekleyen, Holokost’u insanlığa dair bir ders olarak işlemeyi temel alan değişiklikler yapmak gerekir. Ancak bunların yerine, nefreti körükleyen, ötekini düşman gören anlatımlar genç yaşlardan beyinleri zehirlemektedir. İlgili derneklerin üyesi gençler İstanbul’a getirilip Yahudi ve Hristiyan yurttaşları ile tanıştırılmadıkça, bu ülkeye yapılan katkılar öğretilmedikçe pankartların kaldırılması sadece bugünü çözmeye yeter. Zihinlerde ötekine düşmanlık devam edecektir. Konya’daki pankart gibi birçok örnek her ne kadar müdahale edilse de Türk Yahudi toplumunun ortak hafızasında travmatik yerini korumaktadır.

Diğer azınlık toplumlara örnek olacak şekilde tüm varlıkları ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkan, diliyle, devrimleriyle örnek yurttaş olmaya gayret eden Türk Yahudilerinin, birçoğu ne yazık ki Cumhuriyetimizin 96. yılında halen, yaşadıkları olumsuzluklar karşısında ‘Biz kimiz?’ sorusuna muhatap olmanın ve her seferinde sadakat sınavına tutulmalarının üzüntüsünü yaşamaktadırlar. Atatürk’ün ulus tanımındaki ‘laiklik’ vurgusunun önemini anlayamayan niceleri, azınlıklara resmiyette hukuksal eşitlik tanınmış olsa da, pratikte yaşanan ayrımcılık ve toplumun belleğinde yaşayan travmalar sonucu bu insanların kendi rızasıyla vatanını terk etmelerine sebep olmuşlardır. Atatürk’ün ‘Ne Mutlu Türküm diyene’ sözü doğru anlaşılıp ‘Kim Türk’tür?’ sorusuna dini ve mezhepsel bir cevap aramak yerine kültürel hafıza korunup, ayrımcılıkla mücadele edilebilseydi eğer, bugün ‘Azınlıklar’ İstanbul’un kimi mahallelerinde yaşatılmaya çalışılan folklorik bir öğe değil, gerçek bir zenginlik olarak kalabilirdi.

Günümüzde ‘Azınlık Olmanın Bilgeliği’ gördüğü her yanlışı söylemek yerine ‘Peki ya sonra?’ diye düşünmeyi, devlet ile olan ilişkileri ‘Hassas bir denge’ çerçevesinde yürütmeyi gerektirir. Yaşananlar herkesin gerçeği bildiği bir ortamda, yanlış anlaşılmalar üzerinden giden bir tiyatro oyunu gibidir. Dilerim Türk Yahudilerinin önce Osmanlı’yı sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti’ni sahiplendiği samimiyette, Konya Vakası ve benzerlerinin yaşanmayacağı bir şekilde yasaların devreye girerek, bizleri daha fazla ayrıştırmadan sahiplenmesidir. Farklılıklarımızla bir olabildiğimiz bir gelecek dileğiyle...