Malumunuz üzere son günlerde kamuoyumuz, ABD Başkanı’nın gönderdiği, gerek yerli gerek yabancı medya kaynaklarında dolaşan, basit bir İngilizce ile kaleme alınmış, tahrik tehdit ve hakaret ihtiva eden mektubu ile çalkalandı. (Böyle bir metnin Beyaz Saray’dan nasıl çıkabileceğini hâlâ anlamadığımı ifade etmem lazım.)
En son haberlere göre, Sayın Cumhurbaşkanı’mız bu mektubu ve ekini 13 Kasım’da, beraberinde götürüyor.
Bültenlere düştüğü andan itibaren de, yerli ve yabancı basının yorumları, siyasi partilerin mensuplarının ve liderlerinin beyanları yoğun bir şekilde duyulmaya başlandı. Bilhassa böyle bir mektuba tarihte pek rastlanmadığı vurgulanıyordu.
Bunları okurken, ortaokul hatıralarım canlandı. Her zaman, rahmet, hürmet ve sevgiyle andığım gerçek bilge, tarih hocam Ali Rıza Sağman aklıma geldi. Bir derste konumuz Sultan ‘Yıldırım’ Beyazıt idi. Hocamız için I. Beyazıt cesur, bilgili, atak ve genç bir padişah idi. İstanbul’u fethetmek aslında onun eseri olacaktı. Sanki onun hakkı idi. Ama gelin görün ki, hocamın deyimiyle, “Timur denilen, dahi köpek”, hile ve desise ile Padişahımızın emellerine sekte vurdu.
Kısaca özetlemem gerekirse, Moğol İmparatoru Timur, ülkesinin sınırlarını Volga Nehrinden Anadolu sınırlarına kadar genişlettikten sonra, özellikle bazı Türk beyliklerinin de tahrikleri ve desteğiyle Sivas’a kadar gelerek o şehri de fetheder. Beyazıt’ın tehlikeyi görüp İstanbul kuşatmasını kaldırmaktan başka çaresi kalmamıştır.
Timur’un niyeti, aslında, Osmanlı’ya sığınan düşmanlarının ona teslim edilmesi idi; istediğini aldıktan ve belli koşullarla bir antlaşma imzaladıktan sonra kendi ülkesine dönebilirdi. Ancak Beyazıt’ın bu talebi reddetmesi ile niyetini değiştirir ve savaşa karar verir. Ve o andan itibaren ‘müthiş bir mektup teatisi’ başlar. Yıl 1402… (O tarihte Timur 66 ve Padişah 42 yaşındadır.)
‘Türk Tarihi Araştırmaları’ web sayfasından alıntı yaparak, mektupların üçünü sunuyorum:
Timur’dan Beyazıt’a:
“Rum diyarında melik olan Yıldırım Bayezid! Bil ki, biz kudret ve iktidarımızla insanlık âleminin en büyük kısmını tab’amız haline getirmiş bir hükümdarız1. Bu görülmemiş işi, tek başımıza yaptık, senin gibi babamızdan ülkeler tevarüs etmiş değiliz. Aklını başına topla ve Kara Yusuf’la Ahmet Celayir’i topraklarından kov2. Emirlerimize karşı gelen hükümdarların akıbetini duymuş olman gerekir. Siz de o hükümdarların arasına girmekten sakının…”
Yıldırım’ın bu mektuba cevabı:
“Ey ihtiyar köpek, Tekfur kâfirlerinden daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Osmanlı sultanlarını, Acem padişahlarına benzetme. Osmanlı askerleri de, ne Kıpçak ülkesi gibi sıradan insanlar, ne de Hint toplulukları gibi başıboş, sere serpe avare kalabalıklar değildirler. Osmanlı askerleri, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, Osmanlı askerlerini Şam ve Haleb (Memluk) askerlerine de benzetmeyesin… Bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun.”
Timur bu mektubu cevapsız bırakmaz… Uzunca bir cevap yazar. Daha yumuşak bir üslup kullanır. Ancak yine tehdit etmekten de sakınmaz. Şu cümleleri dikkat çekicidir:
“(…) Mektubundaki gibi tehdit ve gurura kapılma, akıl yolundan uzak sözlere cesaret etme… Bu sebeptendir ki güzel cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil, ülkeni harap etmekten kurtarmış olursun… Bizim askerimiz babadan ataya Müslüman ve Müslüman çocuklardır… Kaldı ki Osmanlı askerlerinin çoğunlukla kâfirden devşirme olduğu açıktır… Eğer samimi selamınızla beraber iyi ifadeler içeren mektubunuz gelirse iki taraf arasında yumuşama ve sevgi peyda olur. Aksi halde kılıç ortaya çıkınca, kaleme yer kalmaz ve’s-selam.”
Mektuplaşmalar devam eder. Daha yapıcı cümleler kullanılır. Ancak iki taraf da tutumlarında ısrar ederler ve Osmanlı İmparatorluğunu yıkım eşiğine getiren Ankara savaşında Beyazıt müthiş bir yenilgiye uğrar3. Bu hezimeti takip eden aylarda Bursa ve İzmir başta olmak üzere birçok şehirler tahrip edilir halkın önemli bölümü Moğol askerleri tarafından kılıçtan geçirilir. On bir yıl sürecek bir karmaşa dönemi başlar…
Timur ise geri döner. Üç sene sonra vefat eder… Onun ölümünden sonra da imparatorluğu dağılma sürecine girer.
Diğer bir deyimle şahsi gurur ve hırsla hareket eden liderler hem kendilerinin hem de kendi milletlerinin felaketine yol açabilirler…
Atalarımız bizlere sürekli olarak şunu telkin etmeye çalışırlar: “Barış… Daima barışı arayacaksın… Her ihtilafta daima barış için bir açık kapı bırakacaksın.”
0-0-0
1 Timur imparatorluğu, Hindistan’ın kuzeyinden Anadolu’nun doğusuna kadar uzanan çok geniş bir bölgeyi kapsadı.
2 Ahmet Celayir, Bağdat başkentli, Celayirliler adlı kısa ömürlü bir devletin kralıdır. Timur’un baş düşmanlarından sayılır. Kara Yusuf ise Karakoyunlu devletinin en ünlü beyidir. Çete savaşlarıyla Timur ordularına büyük kayıplar verdirmiştir.
3 Ankara Savaşı yenilgisinde, Timur’un fillerinin yarattığı korkunun büyük etkisi olmuştur... Fil birliğinin komutanının adı ‘Esenboğa’ idi…