Halloween demek ölülerin bizi ziyaret etmesi demekti, tertemiz ve yeni Halloweenlikler giyilir, şeker toplanırdı. Geleneklere sahip çıkılmıyor.
Halloween demek ölülerin bizi ziyaret etmesi demekti, tertemiz ve yeni Halloweenlikler giyilir, şeker toplanırdı. Geleneklere sahip çıkılmıyor. Şimdi seksi olsun da ürkütücü olmasa da olur kostümlerle partilerden partilere koşuyor gençler. Hâlbuki o balkabağı bol Halloween sofralarında ailece hayalet sohbetlerinin tadından geçilmezdi. Size o tadı yeniden yaşatmak için buradayım sevgili okur. Halloween Halloween hayaletlere -ya da hayalet sandıklarımıza diyelim- bilimsel yaklaşmayı deneyeceğiz. Fiilin üstüne basalım, bilimsel yaklaşmak için deney yapacağız. Ölüm gibi bir şey olacak ama kimse ölmeyecek tadında bir Halloween şakası seçtim size. Keşke gazeteye adıma şeker yollasaydınız. Ne demişler “Trick or Treat- şeker ya da şaka!” Şaka dediklerine bakmayın aslında eşek şakası.
Odanın perdelerini içerisi karanlık olacak şekilde kapatın. Bir mum ya da bir masa lambası yakın. Bir metre arayla iki iskemleyi birbirine bakacak şekilde yerleştirin. Birinin sırtına bir ayna yaslayın, diğerine siz oturun. Yansımanızda gözlerinize bakın. Yavaş yavaş bozulmalar başlayacak, fazlaca kalkmış bir kaş, belki seğiren bir ağız. Fakat birkaç dakika sonra yansımanız Madame Tussaud müzesindeki balmumunuzmuş gibi görünecek. Kısa kısa anlar için başka insanların hatta hayvan insan karışımı canavarların size geri bakan yüzlerini göreceksiniz. Hayalet mi o? Siz siz olmaktan çıktınız, siz kimsiniz? Korku, rahatsızlık ve kimliğinizle ilgili kafa karışıklığı deneyimlemeye cesaretiniz var mı? Korkutucu bir müzik eşliğinde iyi gider. İşte size Halloween ruhu. Ya da deneyin başarısına göre gerçek bir ruh.
Şaka tabi. Ortada canavar, hayalet ya da ruh yok. Biraz biyoloji bilgisi sizi bu kâbustan kurtaracak ya da direkt perdeleri açın bitsin gitsin.
İtalya’da ki Urbino Üniversitede Psikolog Giovanni Caputo yukarıdaki deneyi 2010’da 50 kişiye uyguladı.Deneklerin yüzde 66’sı yüzlerinin büyük ölçüde bozulduğunu belirtti. Kalanların yüzde 48’i canavarımsı varlıklar gördüklerini söylerken yüzde 52’lik kısım kaybettikleri aile üyelerinin, hayvanların, yaşlıların ve çocukların yüzlerini gördüklerini ifade etti.
Caputo, başta bu morfoz görüntülerin Troxler etkisinden kaynaklandığından şüphelendi. Bu etki şöyle tanımlanıyor:Beynimizdeki nöronlar sıkı sıkı odaklandığımız yer dışındaki sürekli sabit kalan uyarıcılara tepki göstermeyi bırakıyor, bu durağan görüntüler soluyor, kayboluyor. Görüntü odağınız dışında kalan burnunuzu düşünün. Sürekli yüzünüzden dışarı fırlayan burnunuzu görmek istemezsiniz öyle değil mi?
Görüşümüz aynı animasyon filmlerinde olduğu gibi bir seri durağan fotoğrafa hızlıca bakıldığında hareketliymiş görüntüsü vermesi prensibiyle çalışıyor. Mesela cep telefonu kameranızı hızlıca sağdan sola götürün, görüntü kalitesizleşir, bulanır. Ama aynı hızda gözlerinizi sağdan sola çevirin, görüntü bozulmaz. Gözler fotoğraf makinesi gibi hızlıca durağan görüntüler çekiyor, beyine yolluyor, beyin bunları sıralıyor ve akıcı hareket görüntüsünü oluşturuyor. Gözler sürekli aynı bilgiyi tekrar tekrar yollarsa beyin sıkılıyor ve gördüğü önemsiz imgeleri siliyor. Önemsiz imgeler burada odaklanılan bölgenin merkezinin haricinde kalan yani çevredeki imgeler oluyor.
Peki ya yeni özellikler- bu durumda bir canavar yüzü- neden kaybolan yüzünüzün yerine beliriyor? Uyarıların son derece azaltıldığı bir ortamda beynin halüsinasyon görmeye başladığı biliniyor. Beyin yeni veri alamayınca, eksikleri kendi tamamlıyor. Bu deneyde zayıf aydınlatmadan dolayı algıda zorluk çeken beyin, eksikleri giderip bir anlam çıkarabilmek için hatırasındaki diğer suratlardan parçalarla fotomontaj yapıyor.
Kendi yansımamızı tanımamız benlik bilincimizde anahtar rol oynar. Bir hareket yaparsak, vücudumuzun hissettiği ile aynada oluşan görüntümüzü beyin eşler ve benlik bilinci yaratır. Ama ya yansımada gördüğümüz bizim hareketimizle eşleşmezse, bizimle başkaları arasındaki o çizgi, yani benlik hissimiz, bozulursa bu sadece bir canavar görmekten çok daha sıkıntı verir. Mesela aynada bir göz bebeğinizin sağa kaydığını ve sonra size yine baktığını düşünün. Bu deneyde bunun olması gayet muhtemel.
Şimdi de göz organımızı detaylıca inceleyelim çünkü bu kadar az bilgiyle sizi şuradan şuraya bırakmam. Fotoreseptör. Kelimeye gelin. Bunlar gözümüzde ışık enerjisini elektrik enerjisine çeviren (çünkü gördüğümüz nesnelerden seken ışığın ta kendisidir) hücrelerimiz. Göz küremizin arkasında bulunan retinanın içinde bulunan fotoreseptörler, sinir uyarıları (elektrik) yaratıyor. Bunları beyindeki görsel kortekse optik sinirimiz yoluyla iletiyor, beyin ne gördüğümüzü anlamlandırıyor. Şimdi komplike kısma geliyoruz. Fotoreseptör iki çeşit. Çubuklar (120 milyon adet) ve konikler (6 milyon adet). Çubuklar siyah beyaz televizyondaki renkler gibi siyah-gri-beyaz skalasını algılıyor, odaklanılan bölgenin dışındaki çevreye hükmediyor. Çok detaylı bilgi veremiyor. Konikler aydınlık ortamda renkleri algılıyor ve ful detay veriyor. Koniklerin yüzde 64’ü kırmızıyı, yüzde 32’si yeşili ve yüzde 2’si maviyi algılıyor.
Örneğin turkuaz bir renge çok uzun süre baktığımızda mavi ve yeşil konikler çalışıyor, kırmızı rahat rahat takılıyor. Çok uzun süre turkuaza bakınca mavi ve yeşil konikler yoruluyor. Daha sonra beyaz bir ekrana bakarsanız beyaz rengin içinde tüm renkler olacağından tüm konikler cevap vermeliyken, yorgun mavi ve yeşiller reaksiyon veremiyor, kırmızı tek başına çalışıyor ve beyaz göreceğimize kırmızı görüyoruz.
Şakaydı şekerdi derken gözün anatomisini öğrendiniz. Vücudumuzdaki algı reseptörlerimizin yüzde 80’inin içinde bulunduğu organımız. Gözlerinize iyi bakın, ara sıra aldanmalarını hoş görün, çünkü çok basitçe gözlerinizin fotoreseptörleri yoruluyor veya sıkılan beyniniz sizinle eğlenmek istiyor. Happy Halloween.