26 Ekim, İsrail ile Ürdün arasındaki barış anlaşmasının 25. yıldönümüydü. Normal şartlarda böylesi bir tarih es geçilmez, akılda kalıcı ve şatafatlı bir şekilde kutlanırdı. Ancak bu sefer öyle olmadı. Bu önemli tarih sessiz sedasız geçiştirildi. Sadece bu durum bile iki ülke ilişkileri hakkında birçok şey söylemekte.
İsrail’in Mısır’dan sonra diplomatik ilişkileri bulunan ikinci Arap ülke olan Ürdün ile 1994 yılında imzalanan barış anlaşması iki ülke liderinin vizyonları ve büyük umutlar ile imzalanmıştı. Dönemin şartları, ortak tehdit algısı ve ortak çıkarlar bu anlaşmayı mümkün kılmış, uzun yıllar kapalı kapılar ardında süregelen ilişkileri resmileştirmişti.
Çoğu kez İsrail-Mısır ilişkileri gibi ‘soğuk barış’ olarak adlandırılan İsrail-Ürdün ilişkileri, şu günlerde daha da soğuklaşmış gözüküyor. Oysa İsrail’in başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri ile ilişkileri normalleşirken, Ürdün ile imzaladığı barış anlaşmasına, 25 yıldır sürdürdüğü diplomatik ilişkilerine ve bunun getirilerine daha çok odaklanması, benzeri bir adımın bu ülkelerle de atılabilmesi için bir yol gösterici olarak kullanması gerekirdi.
Halkın algısına baktığımızda Ürdün’ün stratejik öneminin unutulduğu veya bu duruma alışıldığı görülüyor. Mitvim’in 2018 Dış Politika Endeks sonuçlarına göre katılımcılar Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkilere önem verirken Ürdün kendisine ancak alt sıralarda yer bulabiliyor. NAMA 2018 araştırması da İsraillilerin sadece yüzde 61’inin Ürdün ile yapılan anlaşmaya sıcak baktığını gösteriyor. Ürdün halkı ise İsrail’e şüphe ile yaklaşıyor ve anlaşmanın feshedilmesi talepleri haberlere yansıyor.
İsrail’e yönelik psikolojik bariyerin en önemli nedeni Filistin konusu. Bu konu İsrail’in, Türkiye dahil Müslüman çoğunluklu ülkeler ile kurduğu ilişkilerin hep orta yerinde duruyor. Bu durum nüfusunun önemli bir bölümü Filistin kökenli olan ve Mescid-i Aksa’nın da bulunduğu Kudüs’teki vakıfları himayesinde bulunduran Ürdün söz konusu olduğunda daha da önem kazanıyor.
İsrail ve Filistinlilerin arasında herhangi bir barış görüşmesi olmaması, hatta umudunun bile olmaması, Oslo Barış Sürecinin olumlu atmosferi içinde İsrail ile yakınlaşan Ürdün için önemli bir rahatsızlık. Yerleşimler ve ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’in kaygılarını gözeten kararları ise bu duruma yardımcı olmuyor. Öte yandan, İsrail ile Ürdün arasındaki barışın mimarı ABD’nin Amman büyükelçilik pozisyonunun da iki yılı aşkın bir süredir boş olduğunu hatırlatmama izin verin.
İkili ilişkileri özetleyecek olursak, güvenlik ve istihbarat üzerine kurulu olduğunu rahatlıkla söylenebilir. İsrail için en uzun ve en sakin sınırı Ürdün ile olanı. Bu sınır kendisine ihtiyacı olan stratejik derinliği sağladığı için de çok değerli. Bu nedenle Ürdün’ün sorunları ve istikrarı İsrail’i yakından ilgilendiriyor. Teröre karşı işbirliği ile Filistin konusu her iki ülkenin ilişkilerinin merkezinde bulunuyor.
Ancak bu sınırlı işbirliği, anlaşmanın verimliliği ve geleceği için yeterli değil. Anlaşmanın en sıkıntılı yanı halkın anlaşmanın dışında tutulmuş olması. Yine Mısır örneği ile benzerlik gösterdiği şekilde, bu anlaşmanın ardından ilişkilerde tam bir normalleşme ve halkların kaynaşması noktası hep eksik kaldı. Halklar arasında bir yakınlaşma sağlanamaması turizmden ticarete, akademik ilişkilerden sivil toplum çalışmalarına dek olumsuz etki ediyor.
İki ülke arasındaki anlaşmanın iyi işlediği iki alan var; askeri konular ve enerji. İsrail ile yapılan anlaşmalar Ürdün’ün su ve doğal gaz ihtiyacını karşılıyor. Ancak işbirliği konularının sınırlı kalması ve kanal projesi gibi yerine getirilmeyen sözler hem işbirliği olanaklarını hem de hayal kırıklıklarını arttırıyor.
Ürdün halkının hoşnutsuzluğu anlaşmanın geleceğini de tehlikeye atabilir. Şu günlerde dile getirildiği gibi bu ilişkinin sadece Haşimi Ailesinin yararına olduğu düşüncesi ağır basarsa, geri dönülemez bir yola girilebilir.
Bu duruma ek olarak, Arap isyanlarının yeniden alevlendiği bir ortamda, Ürdün birçok sıkıntıyla birden boğuşuyor. Ekonomisi oldukça kötü durumda. Bir de 10 milyon nüfuslu ülkenin 1,3 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaptığını düşününce üstündeki baskı da artıyor.
İki ülke ilişkilerindeki soğukluk, Kral Abdullah’ın ağustos ayında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmeyi kabul etmemesi ile iyice su yüzüne çıkmıştı. Netanyahu’nun son seçimlerde Ürdün Vadisinin ilhakı vaadi ve diğer provokatif söylemleri Ürdün ile ilişkileri daha da zor duruma sokmaktan başka bir şeye yaramıyor. Son birkaç yılda meydana gelen El Aksa’daki metal detektör kararından İsrail’in Amman büyükelçiliğindeki krize, Allenby Köprüsünde öldürülen yargıçtan yaz aylarından beri tutuklu olan iki Ürdünlüye kadar ikili ilişkiler sadece gerginlik yaşadı. En son olarak da, Naharayim (Bakura) ve Tzofar (Gamr)’ın Ürdün’e iadesi konuşuluyor.
Siyasi bir krizin içinde olan İsrail, Netanyahu’nun yolsuzluk davalarının gölgesinde yeni bir hükümetin kurulmasını bekliyor. Hükümeti kurmakla görevli olan Mavi Beyaz Lideri Benny Gantz, geçen ay Naharayim’de, Netanyahu’nun pek konuşmadığı bir konuda, Ürdün ile ilişkilerin güçlendirilmesi, barışın korunması ve bölgesel işbirliğinin artması gerektiğini söyleyerek Kral Abdullah’a bir çağrı yaptı.
İsrail’deki seçimler Ürdün’de de yakından takip ediliyor. İkili ilişkilerde yeni bir başlangıç için İsrail’de Netanyahu döneminin bitmesi ve Gantz’ın hükümeti kurmada başarılı olması isteniyor. Gantz’ın düşünceleri Netanyahu’dan çok da farklı olmasa da, söylemleri ve politikalarının daha sağduyulu ve diyalogdan yana olacağı düşünülüyor. Benzer bir beklentinin Türkiye-İsrail ilişkileri için de geçerli olduğunu ve yeni bir başbakan ile birlikte birçok sıkıntının giderilebileceği ve büyükelçilerin görevlerine geri dönmesinin kolaylaşabileceğinin Ankara tarafından da düşünüldüğünü söyleyebiliriz.
25. yılında İsrail ile Ürdün arasındaki ilişkilerin soğuk olduğu ancak barış anlaşmasının işler durumda olduğunu belirttikten sonra, ilişkilerin güvenlik odaklı olduğunu ama işbirliği olanaklarının daha fazla seçenek sunduğunu ve bu fırsatların heba edilmemesi gerektiği söylenebilir.