“Son dünya şampiyonuna şok! İlk turda elendi.”
“Geçen sezonun açık ara lideri bu sene son sıralara demir attı.”
Herhangi bir sporla ilgileniyor ve bundan dolayı herhangi bir medya kuruluşunu takip ediyorsanız, yukarıdaki gibi bir manşetle karşılaşmışsınızdır. Hele ki futbol, basketbol gibi göz önündeki bir sporla biraz haşır neşirseniz, büyük turnuvalar oynanırken bu minvalde bir başlıkla karşılaşmamanız imkânsızdır. Peki, bu tür başlıklar bu kadar klişeleşmiş ve yaygınken hâlâ sporseverler neden şampiyon bir takımın düşüşüne bu kadar şaşırıyor? Sadece son beş futbol dünya kupasının dördünde, bir önceki turnuvanın şampiyonlarının ilk turda elenmesi bile bunun artık ‘normal’ olduğunu gösterirken, beklenti hala niye bunun ters yönünde?
Cevabı basit: İnsan psikolojisi. İnsan beyni, binlerce yıl içinde hayatta kalmak için etrafında yaşanan olayları gözlemleyip, bu olaylarda belli düzenler aramaya evrildi. Yani geçmişte yaşanan bir tecrübeden sonra onun tekrar edebileceği ya da yaşanan olayın hep aynı kalacağını varsayıp ona göre beklenti yaratmaya başladı. Konuştuğumuz dillerden tutun, yarattığımız medeniyetlere kadar her şey, insan beyninin bu ‘düzen görme’ kapasitesi ve onun ışığında ortaya çıkan alışkanlıklar temeli üzerinden oluşturuldu. İngilizcede çokça söylenen “Human is a creature of habit” (kendimce çevirimle, insan alışkanlıklarıyla var olan bir varlıktır) lafı tam da bundan kaynaklanmaktadır.
Ancak bu durumun çok büyük bir dezavantajı var; o da değişime adapte olmakta zorluk çekmeye neden olması. Yani bireyler zaman içinde etrafında gerçekleşen değişimlerin farkına varamayabiliyorlar. Aynı şekilde şampiyon takımlar da bir sonraki turnuvaya katılırken sistemlerindeki defoları, oyuncuların formsuzluklarını veya yaşlarının ilerlediğini göremeyebiliyor. Aklında bir önceki turnuvadan anılar dolu olan biz sporseverler de geçmişin aynı şekilde tekrar edeceğine inanabiliyoruz.
Peki, bu yanılgıya düşmemek ne yapılmalı? Bunun için işletme bilimine yüzümüzü çevirebiliriz. Piyasaya çıkarılan her bir ürün için bir ‘yaşam döngüsü’ belirlenir. Beş etaptan oluşan bu döngüde bir ürün önce geliştirilir, sonra piyasaya tanıtılır, yeni ürün büyür ve pazar payını arttırır, piyasada olgunluğa ulaşır, piyasa koşulları değişir ve sonunda düşüşe geçer. Aslında bir nevi her canlının yaşam öyküsünü anlatan bu döngü, spor takımlarına da kolayca uygulanabilir. Oyuncular/takım geliştirilir, turnuvalara/liglere katılır, şampiyonluklara ulaşır ve sonunda oyuncular belli bir olgunluğa ulaşınca düşüşe geçer.
Eğer yöneticiler, sporcular ve hatta sporseverler, takımların bu döngüde nerede durduğunu sorgularlarsa çok daha sağlıklı bir analiz yapabilir. Bu analizler sonucunda döngünün hangi evresinde olduklarına göre zaman ve paralarını nereye yatırabileceklerine karar verirken, günün koşullarına adapte olmak için ne yapmaları gerekli diye düşünmek durumunda olacaklardır. Böylece hem yazının başındaki belirttiğim ‘şok’ maiyetindeki başlıklar aslında pek şaşırtmamaya başlayacak, hem de değişimden korkulması için bir sebep olmayacaktır.
Örneğin, bu sayfalarda sıkça adını andığım San Antonio Spurs Koçu Gregg Popovich, yirmi seneyi aşkın bir süredir takımının başında. Bu başarısının sırrının ne olduğunu sorduklarında oyuncularından öğrenmesi olduğunu söylüyor kendine has tarzıyla. Yeni oyuncularla gelen değişimlere adapte olmaya çalışıp, basketbol felsefesini sürekli olarak değiştirmeye çalıştığını da eklemeyi unutmuyor.
Eğer biz sporseverler, sporcular, yöneticiler, kurumlar – yani spor kültürünü oluşturan tüm unsurlar, bu döngü düsturunu edinmezsek ve nerede durduğumuzu sürekli olarak sorgulanamazsak, hızlıca değişen dünyada düşmeye mahkûm kalırız. Bu yüzden Popovich gibi önemli spor insanlarının kendilerini sürekli yenilene aşkından ilham alıp yola devam etmeliyiz, çok geç olmadan.