Sizleri öncelikle, ‘Gözleri Tamamen Kapalı’ filmine yavaşça geri götürmek istiyorum. Arka planda Shostakovich’in Jazz Suiti çalıyor. Uyumlu ve şık burjuva doktorumuz Bill, bir davette güzel karısı ile etrafta boy gösteriyor. Bu davete seçkinler tarafından kabul gördüğü için ve onların isteklerini eksiksiz yaptığı için davet edilmiş. Çift, görüntülerinin uyumlandığına eminler. Ancak sohbetleri, seçkinlerin açtığı konuları kabullenme ve başka kelimelerle tekrarlamaktan öte gitmiyor. Çaresizce bu seçkinlere ait olmak istiyor Bill, ancak kendine ait bir sözü olmayan küçük burjuva repliklerinden ileri gidemiyor.
Bu tablo, günümüzde de değişmedi. Köklü seçkinler, kendilerine ‘çıkmaya’ çalışan insanlara kültür farkı atmanın ve kendilerini hep biraz daha özel hissetmenin yollarını arıyorlar. Daha ince zevkleri olduğunu, gözle görülür bir küçümseme olmasa da giyimleri ve tarzları ile ayrışma isteklerini yansıtıyorlar. Burada konu ekonomik üstünlük değil, yeni burjuva, eski zenginlerin sahip olduğu adab-ı muaşerete ve soyut bir aristokrat duruşa gıpta ediyor. Türkiye’de de böyle… Oligarşi diyebileceğimiz sınıfa ait olmak isteyen burjuva, parasal önkoşulları yerine getirip (örneğin iyi ev, fiyatı şişirilmiş sanat eserleri, tekne, yurtdışında çocuk okutmak vs) gerekli ortamlara pasaport sağlıyor. Ve sonra o ortamların içini doldurma / dolduramama savaşı veriyor. Seçkinlere dahil olmaya çalışan burjuvazi medya aracılığı ile daha gözle görülür hale geliyor. Medya, saygınlık kazanmalarına yardım ediyor. Böylece ‘köklü’ ve ‘yeni’ birbirine kaynamaya başlıyor.
Köklüler hegemonyayı devam ettirmek için (ki aslında bu tür bir diretmeye hacet yoktur) kendi pozisyonlarına dair aidiyet gerekleri tanımlıyorlar. Yani, aslında incecik olan bir geçiş çizgisini, görünmez kalın bir çizgi gibi dayatma... Örneğin, ezoterik bir kulüp gibi içe kapanık, inisyasyonla kabul görülen, eğitimle uyum sağlanan, simgeler ve özdeyişler içeren ortamlar yaratma… Hevesli yeni burjuva, bu sistemin bir parçası gibi davranmaya gayret etse de, aslında eğreti duruşu ile göze çarpıyor ve sadece köklü grup tarafından ‘hoş görülüyor’.
Cem Yılmaz’ın gösterisinin adı: ‘Diamond Elite Platinum Plus.’ İçeriğini tabii ki anlatmaya gücüm yetmez, ancak bir kavramdan bahsediyor, konumuzla ilgili. Adını da ‘genetik fakirlik’ koymuş. Pek çok insanın, cebine yüksek miktarda para olsa dahi, ait olmak istediği sınıfın koyduğu kodlara ulaşamayacağını, kendi penceresinden değişik bir özenti yaklaşımla sakil kalacağını söylüyor. Katılıyorum nedense…
Parazitler filmi de özenti aileleri konu ediyor. Şölen gibi bir gözlem…
Hâlbuki ‘gösterip vermeyen’ köklülerle onlara özenen yeniler, bir eko sistemin parçaları… Herkesin birbirine ihtiyacı var. Renkli, girişken, cıvıl cıvıl zekâlı ve çeşitli bir grubun kendine has o kadar güzel bir doğası olabilir ki eski seçkinler buna gıpta edebilir. Onların da bu enerjiden beslenmeye ve kendilerine mevzu yaratmaya ihtiyaçları var. Herkesin doğasını kabul etmesi, özenti değil gerçek ilgi alanlarını bulması ve kendi tercihleri doğrultusunda evrilmesi, sinerjiyi yaratacaktır…