Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapar mısın? Örneğin, yabancı bir sahada oynanan bir milli futbol maçında ulusal marşımızın ev sahibi taraftarları tarafından ıslıklanmasına haklı olarak öfkelenmez misin? O halde sen neden aynı davranışı öteki’nin milli marşı çaldığında yapıyorsun?
Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapar mısın?
Örneğin, yabancı bir sahada oynanan bir milli futbol maçında ulusal marşımızın ev sahibi taraftarları tarafından ıslıklanmasına haklı olarak öfkelenmez misin?
O halde sen neden aynı davranışı öteki’nin milli marşı çaldığında yapıyorsun?
9 Haziran 2019’da ilk önce Konya’da Fransız Milli Marşının ıslıklanmasından sonra aynı olumsuz davranış bu kez geçtiğimiz hafta İstanbul’daki maçta İzlanda Milli Marşına karşı bulunuldu.
İnsana sormazlar mı o zaman, sadece bizim milli marşımız mı kutsaldır? Dünya sadece bizim etrafımızda mı dönüyor? Milliyetçiliğin anayasasında ötekinin kutsalına saygısızlık bulunuyor mu?
350 bin nüfuslu İzlanda ile, tarihimizde hiçbir sorunumuz olmayan, kendi halinde yaşayan bu küçücük ülkeyle ne alıp veremediğin olabilir?
Bu davranış bozukluğu nefret söyleminin bir türüne girmiyor mu ey sözde milliyetçi kardeş?
Lakin bu yanlışın düzeltilmesi adına sosyal medyadaki bir-iki haber ile bir-iki eleştiri dışında hiçbir şey yapılmıyor. Yetkili yerlerden, Futbol Federasyonu dahil hiçbir yerden, yergiyi bırakın, uyarı bile gelmiyor.
Bize de o zaman “Yazıklar olsun” demek kalıyor, bizim gibi düşünen ama sessiz veya tepkisiz çoğunluğa rağmen…
↔↔↔
Gecenin saat 1’inde telefonuma gelen bir mesaj üzerine bir TV kanalını açıyorum. Program yöneticisi seyircilere, “Bu gece uyuyamayacaksınız zira çok ama çok önemli bir konuyu gündeme getireceğiz ve ağızınız açık kalacak” mealinde sözler söyleyince, konuklardan biri tarihin en yalanlarla dolu antisemit kitabı olan ‘Siyon Liderlerinin Protokolleri’ni eline alarak, “Bakın burada yazılanların yüzde 80’i doğru çıkmıştır” dedikten sonra televizyonu kapatmak elzem olacaktı. Bu devirde hâlâ bu kitap üzerinden antisemitizm yapmak cesur bir davranış olsa gerekti zira 100 küsur yıl önce birilerinin yazdığı ve sözde Yahudi liderlerin dünyayı ele geçirmek için yaptıkları toplantıların belgelerini sunan kitabın içeriğinin sahte olduğu kanıtlanmıştı. 1903’te yazılan bu iftiralar dizisi, Rusya’da Çarlık gizli polis teşkilatı tarafından yaratılmış, Çar’ı etkilemek ve Yahudilerin Rusya’yı ele geçirmeyi planladıkları algısını yaratmak için uydurulmuş bir yalan toplantılar tutanakları silsilesinden başka bir şey değildi. Kitap, Yahudilerin insanların ahlakını bozarak tüm dünyayı ele geçireceklerini savlıyordu.
Kitabın dağıtılmasından birkaç yıl sonra sahte içerikli olduğu kanıtlanmasına rağmen Amerikalı ünlü antisemit işadamı Henry Ford tarafından beş yüz bin adet basılarak halka dağıtılmış, Hitler de kitabın okullarda ders kitabı olarak da okutulmasını ve antisemitizmin Alman halkının beynine yerleştirilmesini sağlamıştı.
İşte böylesine, sahteliği yüz yıl önce kanıtlanmış, antisemitizmin şahikası bir kitaptan yola koyularak günümüzü sözde irdelemek hâlâ bu coğrafyada yapılabiliyorsa bundan ancak utanç duymak kalıyor bize…
Daha sonra, bir başka gün, bir milletvekilin, toplumun bir kesiminde düzenlenen ve kendisine göre müsrifliği gösteren bir etkinliğin sahiplerinin tavrını ‘yahudileşme’ olarak göstermesi başka bir elem verici antisemitizm örneği olarak kayda geçecekti.
Utanç duymaktan yorulmayacaktık…
↔↔↔
John Demjanjuk’u yani ‘Korkunç İvan’ın ismini duymuşsunuzdur. Treblinka Ölüm Kampında, hayatta kalan tanıklara göre, Yahudileri gaz odalarına işkence yaparak sokan ve onları öldürecek gazın pompasının operatörü olarak bilinen Korkunç İvan lakaplı Ukraynalı. Savaştan sonra ABD’ye yerleşen John Demjanjuk, üç ülkede tam 30 yıl süren bir davalar zincirinin sahibi bir canavar veya masum biri.
Netflix’te yeni yayınlanan, son derece tarafsız ve birçok tarihi detayı içeren belgesel dizi sayesinde kimi tarihi gerçekleri öğrenmek mümkün olacaktı. Savaştan bir süre sonra ABD’ye Ford fabrikasında ağır işçi olarak çalışma koşuluyla göç eden Demjanjuk, zaman içinde bulunan ama hiçbir zaman onu net bir suçlu olarak gösteremeyecek bazı kanıtlar sayesinde ilk önce İsrail’de yargılanacak, yedi yıl süren ve İsrail halkını tekrar Holokost’un travmasıyla yüzleştirecek bir dönemden sonra ölüm cezasına çarptırılacaktı. Ancak Berlin Duvarının yıkılması ile ortaya çıkan yeni belgelere göre suçlu olduğu anlaşılamadığından İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından cezası bozulacak, yıllar sonra bu kez Almanya’da bulunan kimi kanıtlara göre bu ülkede Holokost suçuna iştirakten suçlu bulunacak, dava temyizdeyken 2012’de 91 yaşında vefat edecekti.
Demjanjuk’un hayatı tarihçileri ve hatta yargıçları bölecek ama bir şekilde Treblinka ve hatta Sobibor kamplarında görevli olduğu anlaşılacaktı.
Bu karmaşık olaylar dizisinin gerçeklerini tarih kitaplarında bulmak mümkün ama film sayesinde bilmediğimiz başka gerçekleri de öğrenmiş oluyorduk.
Belgesel film, ABD yönetiminin, komünizme panzehir olmaları adına ülkeye binlerce suçlu Nazi’nin göç etmesinin yolunu açtığını iddia ediyor.
Örneğin, aynı yönetimin, NASA’nın başına bir Nazi suçlusu bilim adamını getirmekten kaçınmadığını anlatıyor.
Demjanjuk gibilerinin sadece Güney Amerika’da değil, Kuzey Amerika’da da güvenli limanlar bulduklarının altı çiziliyor.
Tuhaf ama gerçek.
Bugün ABD’de hâlâ bu Nazi kalıntılarının yarattıkları aşırı sağın ne konumda olduğunu görüyoruz.
Komünizm bitti ama Faşizmin ruhu hâlâ canlı.
Evet, hep dediğimiz gibi, bu dünyada kimse masum değil. Güvendiğiniz dağlar bile.