“Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
Unutma beni, unutama beni
Gözünden damlayamayan gözyaşın olayım
Unutma beni, unutama beni
Gölgen gibi adım adım
Her solukta benim adım
Ben nasıl ki unutmadım
Sen de unutma beni, unutama beni
Bitmek bilmez kapkaranlık geceler boyunca
Unutma beni, unutama beni
Ayrılığın acısını kalbinde duyunca
Unutma beni, unutama beni
Sevişirken, öpüşürken
Yapayalnız dolaşırken
Unutmaya çalışırken
Unutama beni, unutama beni”
Ne şahane bir şarkı değil mi? Söz ve müziği Şemi Diriker’e ait, çok eski bir şarkı… İlk duyduğumda kaç yaşındaydım, bilmiyorum. Bayağı küçüktüm galiba. Özellikle ‘dinlediğimde’ değil ‘duyduğumda’ yazdım çünkü böyle bir şarkıyı dinlemek, ona gereken anlamı yükleyebilmek için, şarkının ne anlattığını anlayacak yaşta olmak gerekiyor.
Türkçeyle uğraşmayı ne kadar çok sevdiğimi bilirsiniz, biliyorum. Güzel, etkili sözlere; nükteli tavırlara, doğru konuşmacılara, yaratıcı şairlere, romancılara, öykücülere ama en az onlar kadar değerli olduğunu düşündüğüm şarkı sözü yazarlarına hayranım. Biraz kalem oynatabilen biri olarak bazen, “Allah’ım bu nasıl yetenek” diye düşünmüyor, onlara özenmiyor değilim. Kalemleri kimseye benzemiyor çünkü…
Yazıma başlığını koyarken doğru mu yazdım, diye kaç kez baktım ona bilmiyorum, emin olun hâlâ bakıyorum. Böyle bir emir cümlesi, gramer olarak doğru olsa da kim kime; beni unutama, diye bir emri verebilir ki? Hiç yazmamış, hiç söylememişim meğer…
İnsan, bir başkasına “beni unutma, unutma beni” diyebilir. Burada da emir anlamı var ama daha yumuşak, daha beklentiye dönük, daha ricaya dayalı sanki… Daha dilek temelli… Daha ümitli… Daha çareli sanki… Ama unutama, çok farklı bir emir. İstesen de yapama, bunu yapmak için hiçbir zaman yeterli gücün olmasın, anlamında bir ifade ki bana göre eşi benzeri yok bu cümlenin… Bu emri kim verebilir, diye düşündüm. Bu emri, ancak âşık olmuş biri verir. Âşık olduğuna verir. Sağlam bir ayrılık yaşamış ve bir daha karşısındakini hiçbir zaman göremeyeceğini düşünen biri verir. Öyle bir bedduadır ki bu, beddua olduğu bile ancak düşününce bulunabilir.
Aklına geldikçe ağlayamasın, acısını içinde duydukça o acı daha da artsın; birini öperken hatta onunla sevişirken bile eski sevdiğini hatırlasın; tek başına kaldığında, unutmaya çalıştığında, bunun için çaba harcadığında bile başarılı olamasın… Yapsın da görelim! Yapalım da görelim! Ya da şöyle mi sormalıyım: Yapın da görelim!
Yapılamaz görünen bazı şeyler vardır hayatta. Bilmediğimiz, gücümüzün yetmediği, beceremediğimiz birçok durum vardır. Çaba harcarız, uğraşırız, sonunda bir yerde belki başarabiliriz. Unutmak da böyledir aslında. İstediğinde bal gibi unutur insan. Hatta öyle bir zaman gelir ki esamesi okunmaz çok sevdim dediği’nin, onunla yaşadıkları’nın.
İşte bu şarkının sözünü yazan da bunu bilerek, düşünerek, farklı bir ifade seçmiş sevdiğinin geleceği için: Unutama, demiş. “Bu isteğin hiçbir zaman gerçekleşmesin. Ne yaparsan yap; tenine, aklına, kalbine kazınayım; hiç sökülmeyeyim oralardan. Hiçbir planın yürümesin kendinle ilgili, hiç kimse ben gibi olmasın sana. Harcadığın tüm çabalar boşa çıksın. Uğraş, didin yaptım zannet; ama bir bak ki yapamadığını gör!” İşte bunun adı unutamamaksa emri de “unutama” olur. Yazıya gelmez ama bedduaya tam oturur.
Böyle söylediğiniz biri oldu mu hayatınızda ya da böyle hissettiğiniz, bilmiyorum. Zaten mesele bunu yaşamış ya da yaşatmış olmak değil… Mesele bunu anlamış olmak… Bu ifadeyi seçmenin, seçebilmiş olmanın farkını, inceliğini hatta güzelliğini görebilmek…
Hep söylediğim gibi, ne varsa eski’de var. Eski filmlerde, eski aşklarda, eski şarkılarda…
Hepsi sahici… Hepsi içten… Hepsi sonsuz…
Her soluğunda sevdiğinin adı’nı içinde hissedecek kadar sağlam seven ya da sevilen biriyseniz, şanslısınız demektir.
Bu şarkıyı bilmeyenler, şimdi dinleyecek ve ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacak. Esmeray’ın buğulu sesindeki çaresizliği daha iyi anlayacak.
Sevdiği’nin kıymetini daha çok bilecek.
Bedduayı değil, şükrü ve duayı seçecek…