Geçtiğimiz hafta Brezilya’nın popülist başkanı Jair Bolsonaro, Amazonlar’daki yangınlarla alakalı olarak bir gazeteciye, Bu Leonardo DiCaprio, havalı adam değil mi? Amazonların yakılması için para veriyor” diyecekti, ortaya hiçbir kanıt sürmeden. DiCaprio, Bolsonaro’nun Amazonları keresteciliğe ve inşaata açmayı hedefleyen politikalarına karşı, dünyanın bu en önemli oksijen kaynağının doğasını ve kimyasını bozacağı gerekçesiyle, uzun zamandan beri mücadele ediyordu. Popülist başkanımız ise ormanlarda çıkan yangınların Caprio’nun çıkardığını söyleyecek kadar ‘yalan’ bilgiyi dünyaya saçmakta hiçbir beis görmeyecekti. Ama Bolsonaro bugün ülkesinde çok seviliyor.
ABD Başkanı Donald Trump, iktidara geldiğinden beri tam 13.435 yalan veya gerçeği büken ifadelerde bulunmuş olmasına rağmen ülke çapında yüzde 43’lük gibi - iktidara geldiğinde bu sadece yüzde 1 daha fazlaydı - onaya sahip.
Önümüzdeki hafta yapılacak seçimleri kazanacağı öngörülen İngiltere Başbakanı Boris Johnson siyasete girmeden önce çalıştığı gazeteden uydurma bir haber yaptığı için atılmış.
Hindistan’ın popülist Başbakanı Narendra Modi son kazandığı seçimler öncesi Pakistan’a ait bir savaş uçağını düşürdüklerini söylemiş ama bunu hiçbir ülke - ABD dahil - doğrulayamamıştı…
Kuzey Kore Başkanı Kim Jong Un’a göre 4 Haziran 1989’da Çin’in Tiananmen Meydanında hiçbir şey olmamıştı.
Komünist Rusya’nın propaganda ve yalan haber kaynağı Pravda’nın anlamı ise tam bir ironi örneğiydi: ‘Gerçek’…
Bu yalan dünya örneklerini çoğaltmak pek mümkün. Ancak asıl irdelenmesi gereken, bu yalanlara insanların neden karşı çıkmadıkları ve bunları ortaya atanları desteklemeye devam ettikleri olmalı.
Düşünülmesi gereken, akıl yürütme kabiliyetine sahip insanın büyük oranda neden düşüncelerini değiştiremediği olmalı.
Sosyologlara göre insan, diğerinin yalan söylediğini anlayamama gibi bir akıl yürütme sistematiğine sahipmiş. Bu saptama, sorunsalın en naif ama insani gerekçelerinden biri olsa gerek. Yalan söyleme ile ilgili yapılan sosyal deneylerde deneklerin yarısından fazlasının yalan söyleyen birinin yalan söylemediğine inandığı sonuçlarına ulaşılıyormuş genelde.
Lakin ikinci bir nokta var ki asıl büyük sorun orada bulunmakta.
David Hume’ın meşhur bir sözü var: “Akıl, tutkuların sadece ve sadece kölesi durumundadır.” Sosyologlara göre insanoğlu genelde kararlarına aklından daha çok sezgileri ile vermekteler ve bu da örneğin siyasetteki yönelimlerini etkilemekte. Sezgileri oluşturan aslında inandığı ideolojilerin kendinde yarattığı bağlılık ve tutkular olmakta.
Örneğin Amerikan halkının bir kısmının tutkuyla bağlandığı Trump’a olan kişisel destek onun doğruları söylediğini düşünenlerden yüzde 11 daha fazla. Boris Johnson’a İngiltere halkını üçte biri destek verirken, onun yalan söylemeyen biri olduğuna inanlar sadece beşte bir.
Diğer bir deyişle liderine bağlanan halkın büyük bir bölümü onun yalan söylemesini pek önemsemiyor.
21. yüzyıl gelişmiş insan beyni için epey alçaltıcı bir durum olsa gerek…
Yalan haberlerin, halkın bağlandığı liderler sayesinde dünyaya yayılması bugün toplumların en büyük sosyal sorunu.
İnsanlar yalan haberler karşısında doğruyu arayacaklarına kendi düşüncesi doğrultusunda kimi başka öğeleri bularak yalanın yalan olmadığına inanmakta ısrar edebiliyor.
Yapılan bir başka sosyal deneyde işin ilginç tarafı eğitimli insanların da ideolojilerine uygun olan gerekçeleri bularak konumlarını değiştirmemek konusunda ısrarlı olduklarını da gösteriyor.
Yani anlayacağınız yalan dünya sadece bir şarkıdan ibaret değilmiş…
↔↔↔
Ünlü aktör Sacha Baron Cohen’in geçenlerde aldığı bir ödülün töreninde yalan haberleri yayan platformları ve özellikle Facebook’u çok sert eleştirmesi belki gerçek dünyada bir alarm zili olarak kabul edilmeliydi.
Yalan yayan liderleri, kurumları ve sokaktaki insanı engelleyemeyeceğimize göre ve yalana yalan demeyen insanların olduğu bir dünyada, bir de bu yalanların en seri, en hızlı ve dünyanın her yerine aynı zamanda yayılmasına platform teşkil eden sosyal medya şirketlerini bugüne kadar kimsenin cesaret edemediği bir sertlikte yerin dibine batıracaktı.
Cohen, özellikle Facebook tarafından yayılan yalanlar ve komplo teorileriyle mücadele etmekten önce, sosyal medyanın bunları yaymaktaki ısrarını eleştirecek; yalanları yaymanın Facebook’un sahibi Zuckerberg’in sözde demokrasi ve ifade özgürlüğünü kullandırma gerekçesiyle kabul etmenin mümkün olmadığını ifade edecekti.
Cohen’e göre bu ifade özgürlüğü değil, yalanların her tarafa erişebilme özgürlüğüydü.
Cohen şöyle diyecekti: “Voltaire haklıydı, ‘Sizi saçmalıklara inandıranlar, canavarlığa da yönlendirebilir.’ Ve işte sosyal medya, milyarlarca otoriter insana saçmalıklar yaptırtmayı başarıyor.
Facebook’a para verirseniz, istediğiniz her tür ‘siyasi’ reklamı internete koyabilir. Hatta isterseniz en fazla etki hedefleyerek, bu yalanları hedef kitle kullanıcılarına da iletir. Bu çarpık mantıkla, eğer 1930’larda Facebook olsaydı, Hitler’in ‘Yahudi Sorununa’ ‘çözümünü’ 30 saniyelik reklamlar halinde yayımlayabilirdi.
Facebook çağımızın en iğrenç propaganda makinesine dönüşmüş durumdadır artık.”
Sosyal medyanın yararlarını kimse inkâr edemez.
Lakin yaşamımızı, özgürlüğümüzü ve mutluluğumuzu tehdit eden yalanlar, nefret söylemi ve komplo teorilerini hızla ve herkese yayarak büyük zararlara yol açtığını kabul ettiğimiz gün sosyal medya kendine çeki düzen vermek zorunda kalacak.
Yalan dünyanın liderlerinin ve inanan taraftarlarının çoğaldığı bir devirde barışı unutmak zorunda kalacağız.
Yalan dünya her daim olacak ama onun, gittikçe artan sayıda insanı zehirlemesini durdurmamız lazım.
Hemen bugün.