Otizmli Çocukların Yuhalanmasının Düşündürdükleri
Eşitlikçi ve özgür bir toplum hayal edenler için eşitliğin bir biçimde bozulduğu mikro-durumları düzeltmek bu yönde bir adım, bir mücadele alanıdır. Örneğin, gelişimindeki kusurlar nedeniyle gündelik eğitim düzeni içinde yer alamayan çocukların bu hak ve ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı gibi.
İhtiyaçları tam karşılamayan uygulamalarla var olan mevzuattaki ‘kaynaştırma’ (tipik gelişen çocuklarla beraber aynı sınıflarda olmaya dayalı, ancak kapsayıcılık açısından yetersiz kalan) uygulamaları gerçekleştirilirken, çocuğun uygulamalardan ne kazandığı ve çocuğun gelişiminin nasıl etkileneceğini hesaplama fırsatı olmuyor. Anne-babalar için çocuğun kabul edildiği, neredeyse başını sokacak bir yer bulmuş olmak bir hedef haline geliyor; çocuklarını bir biçimde okula yerleştirdikten sonra yuhalanmaya, dışlanmaya boyun eğen birçok anne-baba çocuklarına sağlanan eğitimi kendilerine bir hak değil bir sadaka olarak sunanlara bir söz söylemeyi aklına bile getiremiyor.
Eğitim herkese ihtiyacı ölçüsünde
Birçok kişi bu konudaki eksikler dile geldiğinde, “Tabii, eğitim onların da hakkı, ama özel gereksinimlilere sıra gelene kadar…” ve “Biz daha normal çocuklara eğitim yapamıyoruz” söylemleri ile yanıt veriyor. İlk bakışta çok kişinin ‘sahiden ya…’ dediği bu mantık çok kişiyle akla yakın gelebilir. Ama mantık ya da akla yakınlık empatiyle ve kendinden başkalarına karşı sahici bir iyilik duygusu ile beraber olmadığı durumda zehirli bir araç oluverir. Örneğin, özel gereksinimi karşılamak için kaynak ayırmak yerine ondan kurtulmayı (“onun için de iyi olacak” söylemi ile) çözüm olarak getirebilir.
Empatinin özellikle toplumsal olarak ‘farklı’ ya da ‘aykırı’ sayılanlara (toplumun ‘saflığını’ bozanlara) dönük bir sosyal refleks olarak otomatik devreye girmemesi, meydanı zorbalık olarak görebileceğimiz davranışlara hazırlar. Nitekim, zorbalık hep tanık olduğumuz üzere sadece dil, din ve siyasi olarak azınlıkta olanlara, mültecilere ya da hekim, öğretmen gibi hedef gösterilen meslek gruplarına değil, bir sebeple farklılaşmış ve fazladan ihtiyaçları olan çocuklara bile yönelebilir. Otizmli çocukların yuhalanması olayı (ve onun çevresinde olan bitenler) zorbalık kavramına uyar.
Zorbalık
Yaşça, cüssece, toplumsal statüce veya sayıca üstün bir kişi ya da grubun, kendisinden daha zayıf olana yaptığı her türlü zorlama ve aşağılama, zorbalık olarak kabul edilebilir. Ortada bir güç dengesizliği olması belirleyici özellik. Özellikle gelişiminde değişik nedenlerle engeller olan ve bu engellerin kaldırılarak toplumsal hayatta yer alabilmek için mücadele verenlerin hedef seçilmesi için bir sebep aranır ve bulunur. Örneğin, otizmde, karşısındakinin davranışındaki niyetini kestirmek çocuk için oldukça zordur. O nedenle provokatif davranışlarla otizmli çocuğun başka çocuklara dokunması, vurması ya da sınıfta istenmeyen sesler çıkartması gibi davranışlarını tetiklemek mümkündür. Hele farklılığa karşı tahammülsüz bir ev ve ülke ortamında büyüyen çocukların sınıf ya da okul arkadaşlarının zayıf ya da eksik gördükleri durumlarına karşı tepkisel olmaları kolayca gerçekleşir. Zorbalığa karşı aktif tavır alınmayan okullarda yetişkinlerin ayrımcı tutumlarını örnek alan diğer öğrenciler garip, acayip ve tuhaf buldukları gelişim engelleri olan farklı tanılardaki çocuklara karşı kötü davranma eğilimlerini dizginlemek için çaba göstermez.
Yetişkinlerin ayrımcılığı otizmli (ya da disleksi, dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu vb tanılı) çocuk için “Eğitim tabii ki hakkıdır, ama bu okulda değil de butik bir okulda” sözlerinde somutlaşır. Derslerinde başarılı ya da yetenekli olmak da yetmez, otizm ve diğer gelişim bozuklukları ile tanılanmış bireylerin zihinsel ve sosyal duygusal gelişim düzeyleri değişkendir. Zorbalık ve ayrımcılıktan payını anne-babalar da alır. Örneğin, whatsApp veli gruplarında çocuklarının okulun düzenini bozması veya düzenine uymayan özellikleri nedeniyle bir tür linçe uğradıkları çok olur. Bazı veliler zaten bu gruplara dahil edilmezler, sosyal toplantıların veya okulun gündelik hayatının dışında tutulurlar.
Zorbalığın kaynaklarından birisinin damgalama (stigmatizasyon) olduğunu da hatırlamalıyız. Damgalama (farklılığı ve eksikliği etiketleyerek dışlama, ya da dışlama amaçlı etiketleme) özellikle nörogelişimsel ve ruhsal bozuklukları olan kişilere dönük olarak işleyen bir baskı mekanizmasıdır.
Damgalama
Damgalama yanlış ya da kötü olan ile farklı olanı eş tutarak işleyen bir mekanizmadır. Bu sefer otizmlileri, ama her zaman bir kusuru olanı, eksiği olanı hedefler. Damgalama toplumun geri kalanı için bir arınma işlevi görür; sınıf düzenini bozmak ya da başka çocukları rahatsız edici şeyler yapmak gibi kötülükleri “senin benim gibi insanlar” değil ancak otizmliler, hiperaktifler ve diğerleri yaparlar. “Bizim gibi akıl sahibi” kişilerin ‘hayatta yapmayacağı’ her türlü hatayı yapanları bir kere belirleyip saptadık mı toplumu nasıl temiz tutacağımız, kötülüklerden nasıl arındıracağımız belli olur. Damgalama, kendi mantığı içinde adeta insanlığın saflığını bozanları kolayca anlamamızı, hedefi görebilmemizi sağlar.
Damgalanmış çocuklarla ve aileleri ile çalışan hekimler, eğitimciler, ruh sağlığı ve sağlık çalışanları da bu damgalamadan paylarını alırlar. Damgalamanın yan sonuçlarından bir diğeri bu durumun yadsıma ve kabullenememe sebebi olmasıdır. Damgalanma korkusu içindeki anne-baba ve bireylerin temel haklarını kullanmaktan kaçınmalarını, hatta damgalanacak tipteki sorunların kendilerinde olmadığını söylemelerini getirir. Damgalanmış toplulukların kendi durumlarının diğerlerininki gibi olmadığını, hastalık olmadığını, hele ruhsal etkilerinin hiç bulunmadığını belirten söylemleri damgalanmanın travmatik etkilerini yansıtır.
Zorbalık eylemlerini, damgalamayı bir farkındalık eksikliği ya da cehalet ürünü olarak görmemeliyiz. İlerici ve eşitlikçi söylemleri olan kurum ve bireylerin bu durumlardaki reaksiyonları pek de farklı olmayabilir. Buradan kimse için bir suçlama çıkartmamalıyız; damgalamanın ve onun eylemsel sonuçlarından zorbalığın altında yatan çok sayıda neden var. Başlıcalarından birisi toplumsal otoritelerin (okul müdüründen emniyet teşkilatına kadar uzanan) dışlama ve zorbalığı belli durumlarda meşru görmesidir. Bu bakışla ‘birileri’ kim oldukları nedeniyle zorbalığı, zorbaca davranışları hak etmiş olabilir. Bir diğeri ise, zorbalığa içtenlikle karşı olsak da kontrol edebilmek için büyük çaba göstermemiz gereken zihinsel ve duygusal yanlılıklarımızdır.
Yanlılıklar konusunda geçen yıl Şalom’da yayımlanmış bir yazımdan buraya alıntı yapayım: “Yanlılık kavramının en dikkat çekici tezahürlerinden birisini cinsiyetçilikte görürüz. Fazla farkında olmaksızın, bir tür ‘otomatisite’ içinde ortaya çıkan cinsiyetçi söylem ‘fark ettirmeden’ etki gösterir, kararlarımızdaki nesnelliği bozar; yanlı kılar. Bilimsel terminolojide implicit bias olarak tarayıp bulabileceğiniz bu zımni yanlılık iki yoldan etkisini gösterir: Basmakalıp yargı (stereotyping) ve duygusal yanlılık (affective bias).
Basmakalıp bir yargı, tekrarlandıkça pekişen, bir içeriği olan (“kadınlar duygusaldır, mantıkla hareket etmezler”gibi genellemeler), dilimizde aklımızda olan bir düşünce, bir beklentidir. Beklenmedik bir noktada ‘pat diye’ ağzımızdan çıkar; karar verirken basmakalıp ve genelgeçer bir yargıyı doğru kabul edip kararı bir an evvel vermemize, kesip atmamıza yol açar. Politik olarak doğru bulunmayan ifadeler, özellikle toplumsal cinsiyete ilişkin basmakalıp yargılar söylemimizde kendisine dil sürçmeleri ya da dikkatimizin bir an kaydığı anlarda yer bulabilir. Sözlerimizin içeriğini bir yerde dikkatli olarak, çaba ile kontrol etmeyi başarabiliriz.
Duygusal yanlılık (affective bias) ise bir gaz gibi, varlığını hissetmesi ve tanımlaması zor ancak etkisi güçlü bir olguyu tanımlar. ‘İçten’ gelen, muhakemeyi ‘bypass’ geçen, etkisini doğrudan idrak ederek yaşamadığımız, davranışları karar anında hızlıca etkileyen bir duygusal yan tutma eğilimidir. Neredeyse görür görmez, aksi yönde gayret göstersek bile, iliklerimize işlemiş bir alışkanlığın etkisiyle kararlarımızda yanlılaşabiliriz. Örneğin, olumlu ve ‘kadınsı olmayan’ bir özelliği (ya da basmakalıp bir yargı gereği kadınlarla ilişkili sayılmayan bir mesleği vb) bir kadına yakıştırıp yakıştırmadığımızın sorulduğu bir testte, bu işlemi yapış hızımız eş zamanlı olarak ölçülür. Aynı işlemi bir erkek için ne süratte yaptığımızı ölçtüğümüzde, kadınlara olumlu yakıştırma için daha fazla oyalandığımızı gösteren deneyler kadına olumsuz bir özelliği yakıştırırken aynı tereddüdün olmadığını ortaya koyuyor.
Duygusal yanlılığın basmakalıp yargıdan farkı içeriğe dayalı olmadığı için ele gelmeyen, adeta gazımsı bir etkide olmasıdır. Bu etkileri cinsiyetçilik kadar belirgin gördüğümüz bir diğer durum ise ırka dayalı farkların etkilediği kararlardır. Siyasi görüş ya da inanç farklılıklarına karşı olan yanlılıklar ırk ya da cinsiyet için olduğu kadar kuvvetli değildir.”
Gelişimsel bozukluklar, zihinsel kusurlar, ruhsal sorunlar ve engellilik ortaya çıkartan her türlü hastalığın zorbalığa uğrama riskini ciddi biçimde arttırdığını maalesef tanık olduğumuz olaylar göstermektedir.