P-İçsel Sesler

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
18 Aralık 2019 Çarşamba

Kaos ortamıyla yönetilmeye esas alındığımızdan beri tuhafız. Sokaklar daha sıkışık, insanlar daha somurtkan, yabancılarımız bile daha mutsuz. Türkiye’ye Orta Doğu’dan göçenler bile şaşkın. Hayal kırıklığı hiçbir dönem kırgın hayatlara bu derece dönmemiş olabilir. Eski zaten bir arayış olmanın ötesinde sığınılacak güvenli limanlardan biri çoğu kimseye… Onlar eski dostlar ve eski alışkanlık diyarlarını terk etmeyerek ayrıca masal ülkesine tutunmaya çalışıyorlar. Kimileri ülkeden gitti. En yakın durak malum İngiltere oldu. Çocuklarının iyi eğitim alması gerekiyormuş. Ülkelerini terk etmek bu kadar kolay oldu. Lakin kaçtıkları gerçeğinden kurtulabileceklerini sanmam. O gerçek, insanı jenerasyonlar boyu kovalıyor. Zorunlu yer değiştirmek, göç, kaçmak, sökülmek öyle kolay sindirilecek travmalar değil.

Kalanlar ise başka travmalarla meşgul. İş mi bulsun, derdine mi yansın, sistemli yok sayılmasıyla mı uğraşsın yoksa kendi hayatını tutmaya mı çalışsın? Zor!

Hepsi derdi ve kalanın ruh sağlığı ve tepesinde dönen öfke hortumu arasından kendini gerçekleştirmesi gün geçtikçe güç bir hal alıyor. Tepkisizlikten uyuşan insanların içinde bastırdığı öfke ise tepesinde hare gibi yanarken, o öfkeye maruz kalmayan günün şanslısı sayılıyor…

İç sesleri tükenen pozitif reformistler artık sokağa her önüne geldiği zamanda çıkmamaktan yana. Belli sınırlar içinde daralıyoruz. Toplumu beslemekten istifa edenler artık imtina da ediyor. Sınırsız bir şuursuzluk içine hapsedildi insanlar. Buna rağmen sınırları çok derin çizildi. “Sen bu tarafta kalacaksın, sen diğer taraftaysan günahsız olduğun halde bedel ödeyeceksin.”

İronik olan ise bedel ödeyenlerin, yapanların kendisinden ziyade belli düşünce kodları taşıması. Çünkü mesela Ahmet Kaya için rezalet manşetler atan bir gazeteci adam hala gazetesinde yazıyorsa, kötülük el ele ve iş birliği içinde demek oluyor. Kötüler ve kötülük yerlerini koruduğu ve aralarına yeni mensuplarını kattığı sürece umutsuzluk ülkenin en derinlerine kadar sızıyor..

Geçen akşam seyrederken ben utandım. Ethem Sancak bir haber kanalında röportaj verirken sıfatı gazeteci olanlar gerçekten soru soramıyor. Sansürlü olduğundan değil, akılları artık o kadar uyuşmuş ki, soramıyorlar. Ethem Sancak “siz gazeteci olduğunuz için işletme bilmezsiniz” dediğinde bile lafı yiyip oturuyorlar. Hiçbiri de çıkıp izleyenlerin hepsi işletmeci mi, lafı çevirmeyin de anlatın demiyor, diyemiyor. Düşünsenize Elon Musk’ın çıkıp basına hiçbiriniz uzaydan anlamazsınız falan dediğini! Komediye bak. Elbette senin kadar anlamaz ama sen çıkıp anlatacaksın. Bunu bile söylemiyorlar. Zaten soru sormaya çalışana artık bir yerlerde haddini bilmez falan diyorlardı. Gazeteciliğin bu kadar değersizleştirildiği bir dönem bence hiç olmamıştır. İtibarsızlığın zirvesine demirledi.

Yani soracak bir şeyin yoksa ve sahiden bilmiyorsan zaten bence o programa gazeteci sıfatıyla çıkma ya da araştır notlarını al. Ya da ekonomiden anlayan bir gazeteci bul koy. Ağzın laf yapmıyor ve ağzın açık bakacaksan zaten en baştan yanlış meslektesin. Gazetecilik uyumlu çocuk, hanım kız meslekleri değildir. Buna rağmen yaparsan rezillikle iç içe yaşamayı göze alırsın. Ayrıca sen ısrar etsen de, kabul etmesen de meslek çoktan senden gitti. Ayrıca mesleğin çoktan ortadan kaçıp kaybolduğunu zaten söylemeye gerek yok.

Arkadaşlar siz ne iş yapıyorsunuz sahiden ve kime yapıyorsunuz? Bir ara ekmek parası diyerek anlamaya çalışıyordum ancak verilen zararlarla, ekmek parası hududunu aşalı çok oldu. O ekmeklerle Afrika da doyardı! Fakat sizin şişik egolarınız doymadı.

Şu anda kanallarda iş yapanların, cesaretle soru sormaya başlayacakları güne kadar, kendi ruhlarına ve kendi ülkelerine karşı artık bile isteye “durumun” içinde oldukları bir döneme çoktan girdiklerini haber vermek isterim. Bir yerde her şeye rağmen kalmak toplumun hoşgörüsünden muaf olmaktır.

Yani bu kadar vasatlığa, cehalete razı olarak o koltukları işgal edenlere kesinlikle bulunduğunuz yeri doldurmuyorsunuz demek istiyorum. Soru sormayı beceremeyen gazetecinin bu ülkeye verdiği zararla, karşısındaki konuğun verdiği düşünülen zarar değişik ölçeklerde ya da zeminde olabilir fakat ortak noktada buluşur. İkisi de kötüdür, ikisi de kötülüktür. Ve ne hikmetse karşı karşıya onlar oturur…