Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya’ya asker gönderilmeye başlandığını açıkladı. Erdoğan, “Bizim askerlerimizin oradaki görevi koordinasyondur” dedi. Türkiye günlerdir Ortadoğu ve Akdeniz doğal kaynakları üzerinde gelişen beklenen, beklenmedik olaylar zincirinin içindedir. Tıpkı bundan yüzyıl önceki gibi…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya’ya asker gönderilmeye başlandığını açıkladı. Erdoğan, “Bizim askerlerimizin oradaki görevi koordinasyondur” dedi. Türkiye günlerdir Ortadoğu ve Akdeniz doğal kaynakları üzerinde gelişen beklenen, beklenmedik olaylar zincirinin içindedir. Tıpkı bundan yüzyıl önceki gibi… Avrupa kıtasında henüz bilebildiğimiz bir enerji kaynağı bulunmaması nedeniyle başta merkantilist, sonra emperyalist, sonra aşırı nasyonalist, sonra kapitalist sapkınlıklarla dünyayı birbirine katan ikircikli, çifte standartlı Avrupa devletleri iki dünya savaşında oynadıkları oyunlarına devam ediyorlar. Tabii iyi düşünmek, iyi hesaplar yapmak, tüm olasılıkları hesaba katmak lazım. Ne tesadüftür ki Libya ile anlaşma yapar yapmaz Libya birbirine girdi. Bakın şu Allah’ın işine ki maalesef Libya son derece karmaşık bir siyasi, sosyal karmaşa içinde, beka sorunu yaşayan bir ülkeye dönüştü birkaç haftada.
Libya ile ciddi bir mazimiz var, 362 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu sınırları arasındaydı. Aklıma Halil Kut Paşa geliyor; “İmparatorluk tarihinde terk ettiğimiz her memleket parçasından ihanetler ve saldırılar içinde ayrılmışızdır. Hâlbuki Trablus’tan ayrılırken arkada vefalı insanlar bıraktık. Trablus’la biz birbirimiz için ağladık.” Bu sözler de 1911’de Trablusgarp cephesi kahramanı olarak anılan büyük kumandanın ifadeleridir. Böyle yazmaya başlayınca bugünün dünyasında bir görüşün temsilcisi gibi görünebilirsiniz. Olalım o zaman ve yönümüz tarih olsun. Tabi bugünün dünyası senin tarihçilerin, benim tarihçilerim diye ayrılmış olsa da ülkesini savunmak için cepheden cepheye koşmuş, ömrü hayatı savaş meydanlarında göğüs göğse, ordusunun en önünde savaşan adamların hatıratlarıyla karşılaşınca şöyle bir kalakalırsınız. Hele de etrafınız ne kar ne zarar eden korkak bezirgânlarla doluysa iki kere kalakalırsınız. Şimdilerde Trablusgarp çok uzaklarda gibi duruyor ama o kadar yakınki, tabi bağları hatırlayabilirseniz çünkü ülkelerin kara sınırları olduğu kadar deniz sınırları, bugünün sözleriyle ‘yetki alanları’ da var.
Tanıyalım biraz Halil Paşa’yı ki o da çizmelerini hiç çıkaramamışlardan, ayakkabı bağcığı bağlamayı bilmeyenlerden. Çünkü Trablusgarp’tan başlayan süreç Balkanlar, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele olmak üzere yaklaşık 12 yıl aralıksız devam edecektir. 1882’de doğan Halil Paşa’nın II. Abdülhamit döneminde Makedonya’da başlayan askeri hayatı sırayla Tunus, Trablusgarp, İran, Kafkasya, Irak, Dağıstan, Türkistan, Gürcistan, Rusya ve Avrupa’da geçer. Makedonya’da yerel çete takipleri ile yarattığı başarılarla kısa bir zaman içerisinde I. Dünya Savaşı’nda ordular grubu komutanı olacak ve bu dünya savaşında, Britanya İmparatorluğu’nun 1781 Yorktown Muharebesi ile 1942 Singapur Savaşları arasındaki en büyük hezimeti olan; beş general, 481 subay, 13300 erin esir alındığı Kutü’l-Ammare zaferinin komutanı olacaktır.
İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etme girişimleri üzerine Trablusgarp’a giden Enver, Mustafa Kemal, Fethi Okyar, Refet Bele, Halil Bey, Nuri (Conker) ve Nuri (Killigil) gibi yüzlerce gönüllü kurmay beraber çalışarak burada yerli halkı teşkilatlandırdılar. Halil Paşa’nın Homs cephesinde yerel güçlerle yürüttüğü direniş harekâtları, kısacık bir sürede aç, çıplak, silahsız, savaşı ve İtalyanları benimsemeyen, sevmeyen bölge insanını kazanarak yarattığı başarılar benzersizdir. Cephane ikmaline yönelik kifayetsizlikler nedeniyle, İtalyan güçlerini üzerlerine ateş ettirdikten sonra, o bölgeden geri çekilerek atılan top misketlerini toplayıp tekrar eriterek barutla birleştirilerek elde edilen mermilerin kullanılması azmin, inanmışlığın, adanmışlığın zaferidir. Bölgeye atandığında sayısı sadece 37 olan Osmanlı birliğinin sayısını yerel halkla birlikte hareket ederek binlere çıkaran Halil Paşa, işgalci İtalyan güçlerine bölgedeki aşiretlerle el ele vererek ciddi kayıplar verdirmiştir. İki sene süren Trablusgarp Cephesindeki savaşlarda bölgedeki topluluklardan olan Cevahat Kabilesi, Tavurga Aşireti ve Trablusgarp’taki Türklerden olan Kuloğulları gibi guruplar ve bunun yanında özellikle de Senusîler, Osmanlı Devleti’nin yanında yer alarak Osmanlı Devleti lehine büyük fedakârlıklar gösterdiler.
Trablus’ta 1922 senesinde, Türkiye’de bağımsızlık savaşı veren Mehmetçiklere bağış toplamak için ‘Hilal-i Ahmer’ (Kızılay) cemiyeti kurmuşlardı. Bir fotoğraf geçti elime ve fotoğrafta şu kişiler poz vermişler; başkan olarak Muhammet el-Fakih Hasen Bey, üyeler olarak da el-Arif el-Kiyb, eş-Şerif Kanabe, Hacı Nasuf, Ali bin Aviydan, Arabi bin Umran, Muhammet bin Zikri Bey. Tüm Arap halkları bize ihanet ettiler martavalını bir yana bırakıp ülke çıkarlarımızın bize neler söylediğini, tarihimizle taçlandırarak anlamak dileğimle… Ve tabiidir ki güzel hatıralarla çıktığımız bu topraklarda tek bir Mehmetçiğimiz’in bile ayağına taş değmesin dualarımla…