2020 yılı basketbol severler için önemli bir vefat haberiyle başladı. 1960’ların ortasında NBA’de görev almaya başlayan, 84’te ligin en yüksek kademesi olan komisyonerlik rolüne soyunan ve bu görevi 30 sene boyunca yerine getiren David Stern, geçirdiği beyin kanaması sonucu hayata gözlerini yumdu. Sadece NBA’in değil, bütün basketbolun çehresinin değişmesinde büyük payı olan Stern’in arkasında bıraktığı miras ise artıları ve eksileriyle tartışılıyor.
Tartışmalı bölümlere geçmeden herkesin hemfikir olduğu bir konuyla başlamak gerekirse, basketbolun dünyanın en çok seyredilen ikinci spor olmasının baş sebeplerinden biri Stern’ün bir pazarlama dehası olmasıydı. 80’lerin ortalarına kadar ikinci sınıf bir lig olan NBA’in oyuncu odaklı bir anlayışa geçmesini sağladıktan sonra Larry Bird ve Magic Johnson ekseninde izleyenleri cezbeden bir rekabet yaratmayı başardı. Bird ve Magic’in oyun tarzları farklıydı, farklı şehirlerden, ırklardan geliyorlardı ancak basketbol onları bağlayan köprüydü. Korttaki rekabet ve kortun dışındaki arkadaşlıklarıyla NBA’in yüzü olmuşlardı.
90’lar geldiğinde ise bu yüz değişecek, NBA’in küresel bir güç haline gelmesini sağlayan, Michael Jordan olacaktı. Stern yüzünü dünyaya çevirmiş, sadece Avrupa’da hâlihazırda bulunan basketbol severleri birer NBA seyircisine dönüştürmek istemekle kalmamış, gözünü Asya kıtasına da koymuştu. 1992 Barselona Olimpiyatları bunun için kusursuz bir zemin hazırladı. O zamana kadar profesyonel oyuncularla turnuvalara katılmayan ABD Milli Takımı bugün bile ‘Rüya Takım’ adıyla anılan, içinde NBA tarihine geçmiş birçok oyuncu barındıran bir kadroyla maçları süpürüp ülkesine altın madalyayı götürmekle kalmamış, bütün dünyanın basketbolu konuşmasını sağlamıştı.
Stern’ün kariyerinde başka bir dönüm noktası ise Magic Johnson’ın HIV virüsü taşıdığını açıklaması oldu. Johnson’a basketbol oynamaya devam etmesi yönünde destek veren Stern, takım yöneticilerini ve oyuncuları bilgilendirici çalışmalarda bulundu. 92 yılında All-Star MVP’si seçilen Johnson’a da ödülünü veren Stern, bu konudaki öncülüğüyle de birçok kesim tarafından takdir kazandı.
Madalyonun öbür yüzüne geldiğimizde ise genellikle Stern’ün oyuncularla yaşadığı sürtüşmeler ön plana çıkıyor. 30 senelik kariyeri boyunca NBA’in gelir pastasını büyüten Stern, bu pastanın nasıl bölüşüeceği konusunda dört kere oyuncular ve takım sahipleri arasında anlaşma sağlayamadı. İki taraf arasındaki görüşmelerdeki sert tavrı, oyuncuların haklarını alamadığını söylemeleri olayı ırklar arası (beyaz takım sahiplerine karşı onlara para kazandıran siyahi oyuncular) bir çatışma boyutuna taşıdı. Bunun yanında 2004 yılında Indiana Pacers oyuncularıyla bazı Detroit Pistons taraftarları arasında çıkan kavgadan sonra getirdiği takım elbiseyi zorunlu kılan kıyafet yönetmeliği de yine oyuncular tarafından tepki gördü. Siyahi oyuncuların giydiği kıyafetlerin ‘uygun’ bulunmaması yine ırk odaklı bir tartışmayı su yüzüne çıkardı.
Bütün bunlara rağmen hem oyuncuların hem de takım sahiplerinin inkâr edemediği bir gerçek varsa o da herkesin artık daha fazla gelir elde ettiğiydi. 90’ların sonu 2000’lerin başı itibarı ile Çin pazarına iyice yerleşen NBA, Yao Ming’in elçiliğinden de faydalanarak belki Amerika’nın başka hiç bir kültür ürününün yapamadığını yapmayı başardı. Bunun yanı sıra 1997’de Kadınlar Ligi WNBA’in, 2001’de de Gelişim Liginin kurulması ligin toplumun değişik kesimlerine nüfuz etmesini sağladı.
2019 sezonuna baktığımızda dört oyuncudan birinin yabancı olduğunu, ligin en değerli oyuncusunun Afrika kökenli bir Yunan oyuncu olan Giannis Antetekoumpo olduğunu, en iyi çaylak ödülünü de Sloven Luka Doncic’in aldığı göz önüne alındığında Stern’ün küresel vizyonunun nasıl gerçeğe dönüştüğünü görebiliriz. Onun getirdiği bu vizyon, basketbolu şekillendirdir ve şekillendirmeye devam ediyor. Bu yüzden arkasında bıraktığı mirası, günahlarıyla, sevaplarıyla iyi anlamak biz basketbol severler için geleceğe ışık tutacaktır.