Statlar niye dolmuyor?

Rıfat KARAKÖY Köşe Yazısı
22 Ocak 2020 Çarşamba

Ligin ikinci yarısı başladı. Bundan yaklaşık 8-10 sene öncesine kadar, ligin başlaması heyecanlı bir okazyondu benim için. 2-3 hafta ‘bizimkilerin’ maçlarını izlemeyince aradım. Avrupa’nın büyük liglerindeki futbol kalitesi ne kadar iyi olursa olsun, o liglerde sempati duyduğunuz takımları ne kadar iyi takip ederseniz edin, kendi ülkenizin liginde, kendi tuttuğunuz takım kadar hiçbir şey size haz veremez diye düşünüyorum. Zira orada bir aidiyet var.

 Ancak bu tezime ters düşercesine, her hafta Premier Lig’de Leicester ve Liverpool’u büyük bir zevkle izleyip, maçlarını kaçırmaz oldum. Bizim ligimizdeki maçları da zoraki bir şekilde izlemeye devam ediyorum. Herkes için durum böyle mi acaba diye düşünürken, ligin ilk yarısında statların ne kadar az maçta full çektiğini düşündüm kendi kendime. Ardından biraz rakamlara baktım. İşin heyecanının kaçması durumu sırf benim yaşadığım bir şey değilmiş...

 İlk yarıda hafta hafta bakıldığında statların doluluk oranının en yüksek olduğu haftalar, yüzde 53 ile 3. ve 11. haftalar olmuş. Hafta bazında 18 takımın taraftarı 18 stadı yarısı oranında bile dolduramamış. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ortalama seyirci sayısı 30.000’ler bandında. İki takımın statlarının 50.000 kapasitesinin olduğunu düşününce ortalamada seyircinin statlara gelme oranının ne kadar düştüğünü fark edebiliriz. İlk yarının seyirci rekoru ortalama 39.000 seyirci ile Fenerbahçe’de. Fenerbahçe’yi 35.000 ortalama ile Galatasaray, 25.000 ortalama ile de Beşiktaş takip ediyor. Artık taraftar maçlara gitmiyor. Gitmemeyi geçtim, etrafımda gözlemlediğime göre artık yıllardır kendi takımının hiçbir maçını izlemeyi ihmal etmemiş kişilerin maç zamanlarını bile bilmediğini görüyorum. Bu kadar ilgi varken futbola neden kayboluyor bu ilgi?

 Hemen başlayalım. Bir kere taraftar, Aziz Yıldırım ve yönetimlerinin başlattığı yıldız futbolcu getirme furyasına alıştı. Roberto Carlos izledikten sonra Hasan Ali Kaldırım izlemek insanları heyecanlandırmıyor. Ekonomimiz buna el vermediği için uzunca bir müddet de vasat isimleri izlemeye devam edeceğimiz bir gerçek. Bunu aşmanın çok basit bir yolu olduğuna inanıyorum: Roberto Carlos, Andre Santos gibi isimleri ligimize getiremeyeceğimiz şu zamanlarda, getirmek olsun diye alacağımız yabancı vasat futbolcular yerine 17-18 yaşındaki oyuncuları kadroya koymak... Yeni ve öz kaynaktan yetişmiş oyuncuları izlemek taraftara tekrar heyecan verecektir. Mesela eskiden PAF liglerinin maçları stadyumlarda oynatılırdı. Örneğin Beşiktaş – Fenerbahçe maçından önce Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin PAF takımları öncesinde orada maç yapardı. Taraftar isterse oraya erken gelip o maçı da izlerdi. Ben bu maçların sadece birkaç tanesine denk gelebilmiştim. Ancak oldukça heyecan vermişti bana. Hiç tanımadığım profesyonel futbolcu adaylarını izleyip onlar hakkında fikir edinirken, onlar da stadyumda taraftar önünde maç oynama tecrübesini kazanıyordu. Böyle bir uygulamanın yanında bu isimlerden bazılarının A takımlara monte edilmesi hem seyircinin heyecanı daha az maddiyat ile geri getirilebilir, hem de bu kadar kötü dönem geçirdiğimiz bir zamanda Türk Futbolu birçok yeni isim kazanabilir. İkinci sebep futbola karışan siyaset. Ben ligimizin en heyecanlı dönemlerinde bile işe siyasetin karıştığını düşünüyorum. Ancak hiç bu kadar fazlasını hatırlamıyorum. Devletin dolayısıyla hükümetin yaptığı statlar, yapılan statların devletin mi yoksa kulübün mü olduğu tartışmaları, satılan ardından devlet adamları ile konuşulup geri alınan kulüp arazileri, devletin kurumlarının sponsor olduğu takımlar, devletin kurumlarının bolca loca satın aldığı takım stadyumları, bol bol siyasi mesaj veren yıldız futbolcular ve yorumcular... Kısacası siyaset tamamıyla futbol ile iç içe geçmiş durumda. Futbol insanların ülke gündemlerinden, günlük iş yaşamlarından uzaklaşmak için çok güzel bir aktivite. Ancak hafta sonları ülke gündeminden biraz kopup deşarj olmak yerine, apolitik insanlar bile kendini siyasetin tam da içerisinde bulur oldu. Durum böyle olunca deşarj olmak için farklı aktivite arayışı var. Son olarak kavgayı ne kadar seversek sevelim, kavga eden yöneticilerden artık büyük bıkkınlık duyuyor insanlar. Biri birinin teknik direktörüne sallıyor, diğeri onun başkanına laf ediyor. Suni bir magazin tarafı oluşuyor her hafta. Evet, eski Televole kültürüyle büyümüş, magazin seven bir halkız, evet kavga izlemeyi de seviyoruz ancak statlarının doluluk oranı ile maçların izlenme oranı gösteriyor ki bu kadarı da çok fazla. O kadar kavga ettik, o kadar ayrıştık ki, maç izlerken maça konsantre olmak yerine spikerin maçı nasıl anlattığına hangi takıma daha yakın olduğuna odaklanmaya başladık.

 Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un geçen hafta yaptığı “ben artık kendi takımıma odaklanıyorum” çıkışı bence Türk futbolu için çok büyük bir kayıptır. Keşke Ali Koç yerine diğerleri çıkıp “biz artık hep beraber Türk futboluna odaklanıyoruz” mesajı verebilseydi. Bu statlar dolmazsa, bu maçlar izlenmezse, eski heyecan geri gelmezse ister Trabzonspor şampiyon olsun ister Sivasspor, her sene daha da kötüye doğru giden bir lig izlemeye devam ederiz.

Aklıselim, birleştirici bir ismin çıkıp herkesi aynı masada oturtup bu durumu güzelce anlatmasına ihtiyaç var. Ancak bu isim kesinlikle siyasi bir isim olmamalı. Gidişat kötü, gidişat ters yön. Umarım çok uzaklaşmadan direksiyonu geri döndürüp biran önce doğru yola dönebiliriz.