Tiyatro Pera 2020

Köşe Yazısı
22 Ocak 2020 Çarşamba

 

Oyuncu, rejisör, yazar, çevirmen, tiyatro eğitmeni Nesrin Kazankaya’nın 2000 yılında kurduğu Tiyatro Pera, geçen sezon başından beri, Abide-i Hürriyet Caddesi BlackOut Şişli’de, hem tiyatro hem okul olarak tamamen yenileyerek var ettikleri yerleşik mekânda faaliyetini sürdürüyor.

Topluluğun iki yeni oyununa odaklanmadan önce, repertuarındaki etnik kökenleri ve inançları yüzünden ötekileştirilenlerim öyküsünü yansıtan ‘Onların Hikâyesi’nin 08 ve 09 Şubat tarihlerinde tekrar sahneleneceğini hatırlatayım. İstanbul’da, Aşkenaz Yahudi’si dul şapkacı Eidel’in şair oğlu İshak’ı evlendirdiği düğünde başlayan oyun, hem ciddi bir araştırma ürünü, hem çok önemli bir tarihsel belge (sanırım Struma olayından tiyatroda ilk kez söz ediliyor), hem de tiyatro olarak çok başarılı bir çalışma. İlk kez izleyecekler ve tekrar görmek isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat.

Aktivist kadın yazar Lynn Nottage’in Pulitzer Ödüllü oyunu “Sweat / Ter”

Oyunlarında çoğunlukla marjinalleştirilmiş insanların zor yaşamlarını yansıtan, aktivist, zenci, tiyatro dalında iki kez Pulitzer Ödülü alan tek oyun yazarı Lynn Nottage 1964 Brooklyn doğumlu. Nottage’a 2009’daki ‘Ruined / Mahvolmuş’un ardından 2017’de ikinci kez Pulitzer Ödülü kazandıran ‘Sweat / Ter’, endüstriyel yaşamlarındaki faaliyetlerin giderek azalması ve giderek ortadan kalkması sonucu, yıllardır aynı çelik fabrikasında çalışan bir arkadaş gurubunun yaşamındaki trajik değişikliklere odaklanıyor.

Oyunun temelini, bir zamanlar çelik üretim merkeziyken, otomasyonun artması, ABD çelik ve kömür endüstrilerindeki düşüş, fabrikaların iş gücünün çok daha ucuz olduğu Meksika gibi başka ülkelere taşınması sebebiyle ülkenin en fakir kentine dönüşmüş olan Reading’de, Nottage’ın tarihçilerle, toplum kuruluşlarıyla, iş yeri sahipleriyle, sanatçılarla, politikacılara, eğitmenlere, şartlı tahliye memurlarıyla, polislerle, evsizlerle, uyuşturucu bağımlılarıyla, sosyal hizmet uzmanlarıyla, bahçıvanlarla yaptığı röportajlar oluşturuyor.

İlk kez ABD’de 2015’de sahnelenen, Tiyatro Pera’da sezonun ilk yenisi olarak, Zeynep Özden’in yönetmenliğinde, Şafak Eruyar’ın dramaturgisi, Can Apa’nın dekor ve video, Muammer Saki’nin ışık ve Oxana Cuzlova’nın kostüm tasarımlarıyla seyirci karşısına çıkan ‘Ter’, belgesel altyapısının getirdiği benzersiz gerçekçiliği başarıyla kullanırken, kesinlikle didaktik olmayan, konusu ve kurgusuyla dört dörtlük bir tiyatro oyunu.

Zaman zıplamalarıyla 2000 - 2008 yıllarında gelişen olayların ana mekânı, hepsi de aynı fabrikada çalışan çocukluk arkadaşı üç kadınla (Tracey: Nesrin Kazankaya, Cynthia: Başak Meşe, Jessie: Bahar Karaoğlu), Tracey’in oğlu Jason (Alican Yılmaz), Cynthia’nın oğlu Chris (Doruk Akçiçek) ve kocasının (Ömer İvedi) iş çıkışı toplandıkları, dertleştikleri, birbirlerini sevip kıskandıkları, dans ettikleri, bol içkili, cinsel göndermeli sohbetlerle eğlendikleri, Reading, Pennsylvania’daki bir bardır. Barmen Stan (Nazmi Karaman), aynı fabrikadan sakatlanarak ayrılmış eski bir işçidir. Genç Kolombiyalı yardımcısı Oscar (Alican Öztürk) da o fabrikada çalışmayı hayal etmektedir.

Çocuklarıyla aynı yerde çalışan, dedeleri bile aynı yerde çalışmış, doğdukları kentten neredeyse hiç çıkmamış, miras gibi devraldıkları fabrika işçiliği dışında hiç bir şey yapmamış olan bu insanlar, fabrikanın küçülme kararıyla bir anda işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Bar ve fabrika arasına sıkışmış dünyaları artık yerini yoksulluk, açlık, ihanet, uyuşturucu, göçmen karşıtlığı, ırkçılık, şiddet gibi sınavlarla yüzleşmeye bırakacaktır.

Lynn Nottage, bu karamsar öyküyü yine de tamamen umutsuz bir tonlamayla bitirmemeyi yeğleyecek ve ‘Ter’i dayanışmayı öne çıkaran bir final repliğiyle sonlandıracaktır.

Nottage’ın çok katmanlı metni, ana tema olarak Amerikan işçi sınıfının trajedisine odaklanırken, birçok yan temaya da azar azar dokundurarak değiniyor. Hispanik göçmene kendisi gibi has Amerikalılar dururken iş bulamayacağını anlatmaya çalışan Tracey, “biz Almanya’dan buraya 1920’de geldik” diyerek en eskisinden en yenisine ABD’nin ‘göçmen ülkesi’ karakterini vurguluyor. Şartlı tahliye sonrasında Jason’un hırçın ve isyankâr birine dönüşmüş olması, hapishanede ırkçı bir beyaz çeteye katılmış olduğunu duyumsatıyor. Oyun boyunca fazlasıyla alkol tüketilirken, umutsuzluğun bağımlılığa dönüşmesi, ülkede vahim durumda olan ilaç ve madde bağımlılığına bir gönderme.

Tiyatronun o güzelim program kitapçığında, seçip çevirdiği ‘Ter’ için, “İlk profesyonel Yönetmenlik Deneyimim” diyor ama, Zeynep Özden’inki gerçekten usta işi bir çalışma. Oyunu ilk okuduğunda sekiz enstrümanın eşit önemde olduğu bir senfonik eser gibi bir yapıya sahip olduğunu düşündüğü ‘Ter’i çok başarılı ve müthiş dengeli bir toplu oyunculukla sahneliyor.

Oyuncularının nerdeyse tamamının devamlı sahnede olduğu bu sahnelemeye, örneğin oyun kendine içki koyan barmenin yardımcısına da bir kadeh vermesi gibi minik mizansen ayrıntıları, farklı bir gerçeklik, bir yaşanmışlık katıyor. Zenci ve beyaz karakterleri ayırt etmek için taktırdığı siyah ve beyaz bilekliklerin, izleyicinin gözünde giderek birer aksesuara dönüşmesi, ‘öteki’nin aynen bizim gibi biri olduğunu başarıyla vurguluyor.

Oyunun yan temalarının, altını kırmızı kalemle çizilmeden, şöyle bir hissettirilmesi çok etkileyici. Jason’un boynundaki gamalı haç ve yüzündeki kartalı andıran dövme ile ABD’nin en eski ve en ırkçı ‘beyaz’ hapishane çetesi Aryan kardeşliğine karışmış olma olasılığı ya da Tracey’in, oğluyla ikili sahnesinde durmadan kaşınmasının, ağır bir bağımlılığın yoksunluk krizi olduğu sanki sadece kulağımıza fısıldanan gerçekler.

Çok sağlam metni, özgün ve cesur estetik arayışlar içeren parlak sahnelemesiyle mutlaka izlenmesi gereken önemli bir çalışma. 01, 02, 05, 07, 08, 26 Şubat ve Sezon boyunca Tiyatro Pera’da. 

 “Barakalar ve Saraylar” Leonce ile Lena üzerine bir çalışma

“Barakalara Barış! Saraylara Savaş!”

İlk kez 23. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelenen, dramaturgisini de çeviren, tasarlayan ve yöneten Yücel Erten’in üstlendiği ‘Barakalar ve Saraylar / Leonce ile Lena üzerine bir çalışma’, Tiyatro Pera’nın bu sezondaki diğer yeni oyunu.

‘Barakalar ve Saraylar’, Erten’in Alman yazar Georg Büchner’in Fransız Devrimi’nden etkilenerek 1834’de kaleme aldığı ‘Hessenli Köy Postacısı’ başlıklı bildirisiyle, 1835 yılında yazdığı ‘Leonce ile Lena’ adlı oyunu büyük başarıyla iç içe geçirerek oluşturduğu özgün bir düzenleme.

1813’de doğan, 1837’de 24 yaşındayken tifüsten ölen biyolog ve anatomi uzmanı, devrimci ve ateist Karl Georg Büchner, sadece üç oyun (“Danton’un Ölümü”, “Leonce ile Lena”, “Woyzeck”) yazmasına karşın, çağının çok ötesindeki dehasıyla, Modern Alman Tiyatrosunun kurucusu ve uyumsuz tiyatronun öncüsü olarak görülür.

Halkı mutlak monarşiye karşı kışkırtan ‘Hessenli Köy Postacısı’ dağıtılmadan yakalanınca ülkesini terk eden Büchner, tekrar başını belaya sokmamak için oyunlarındaki eleştirilerin daha az göze batar olmasına çaba göstermiş, dışavurumcu ve absürt çizgiler içeren ‘Leonce ile Lena’nın aslında bildirinin tematiğiyle müthiş uyumlu hınzır toplumsal eleştirisini, egemen güçlerin zor fark edeceği incelikli bir çizgide aktarmış.

Dramaturgisini, “Eğer bildiriler dağıtılabilseydi ve bir yıl sonra yazılan ‘Leonce ile Lena’ oyunundaki insanlarla buluşabilseydi acaba neler olurdu?” temeline oturtan Yücel Erten, bu iki yakın akraba metni birbirine akıcı bir birliktelikle yedirmiş. Ortaya, metinlerin birbirini büyük başarıyla tamamladığı, kesinlikle melez durmayan, Büchner’in çağcıllığını ustaca öne çıkaran parlak bir metin çıkmış.

Popo ülkesinin kralı (Melih Düzenli), yaşam amacını bulamadığı için varoluşunu sorgulayıp canı sıkılan oğlu Leonce’yi (Alican Yılmaz) siyaset gereği, komşu Pipi ülkesinin prensesi Lena (Selin Sevdar) ile evlendirmek ister. Bu zorunlu evliliğe karşı olan Leonce çareyi, yardımcısı ve akıl hocası Valerio (Aydın Sigalı) ile kaçmakta bulur. Aynı sebeple dadısıyla (Nurşin Durmaz)kaçmış olan Lena ve Leonce rastlantı sonucu karşılaşırlar ve kim olduklarını bilmeksizin birbirlerine âşık olurlar. Bu sırada soyluların refah içinde yaşayabilmeleri için köylülerin nasıl sömürüldüğünü anlatan, haksız vergileri ve devlet israfını somut sayılarla açıklayan bildiri, ülkenin dört bir yanında elden ele dolaşmakta, yoksul insanlardan saray erkânına (Doruk Akçiçek, Gökçe Burcu Zümrüt, Nazmi Karaman, Vakur Pehlivan, Ege Gritcu) hatta krala dek ulaşmaktadır. Kral, bildiri her kimin üzerinde bulunursa idam edileceğine karar verir. Düzenin istediği evlilik bir yazgı gibi gerçeğe dönüştüğünde, mutlak monarşinin gölgesinde herkes için bir mutlu son mümkün olabilecek midir?

Yücel Erten, oyunu absürt sınırlarda dolaşan karanlık bir komedi olarak sahneliyor. Pera’nın genç kadrosuyla daha yaşlı kuşaktan iki misafir oyuncudan çok başarılı bir ekip yorumu elde ediyor. Alican Yılmaz’ın varoluşsal krizde Leonce’den romantik aşığa geçişini, Werther’le hınzırca dalga geçen, aşık olduğunda intihar girişimine kattığı naifliği çok sevdim. Bireysel rollerin başarılı oyunculukları kadar, bu trajik komedide saray erkânının gülünç bir tragedya korosu olarak kullanılması çok etkileyici. Burada tüm ekibin, oyun boyunca tek bir sözcüğünü kaçırmadığım neredeyse kusursuz diksiyonu için, tüm oyuncuları ve özellikle gençlerin hocası Nesrin Kazankaya’yı tebrik etmek gönlümün borcu. Bütün oyunlarında müziği çok önemsemiş olan Kazankaya, Vakur Pehlivan ve Ege Gritcu’nun canlı olarak icra ettiği, ekibin de başarıyla katıldığı ilk kez yaptığı Müzik Tasarımı için de özel bir tebrik hak ediyor. Gökçe Burcu Zümrüt’ün çok güzel sesinin katkısını unutmayalım.

Sağlam dramaturgisi, benzersiz akıcılığı ve birlikteliğiyle, çok başarılı oyunculuklarıyla sezonun kesinlikle kaçırılmayacak oyunlarından.

25, 28 Ocak, 22, 23, 28, 29 Şubat, 01 Mart ve Sezon boyunca Tiyatro Pera’da.

Hepinize iyi seyirler dilerim.