Yazmak çok büyülü bir şey… Özellikle neyin ya da kimin üzerine yazacağını düşünmek, müthiş bir özgürlük…
Önce düşünüyor insan, bazen birkaç dakika, bazen, birkaç saat, bazen aylarca hatta yıllarca… Yanlış okumadınız, yıllarca… Buna ister düşünmek deyin ister biriktirmek, ikisi de aynı kapıya çıkar. Birikmişse yazılır hayatla ilgili ne varsa. Birikmediyse yazılmaya değer bir şey yoktur zaten.
Ben de kendi birikmişliklerime baktım, o kadar basit değildi yazacağımı aralarından seçmek. Yaşım bu kadar büyük cümleler kurmak için çok büyük olmasa da birikenlerin hepsi bir birinden kıymetli ve büyük benim için. Ne yaşadıysam; kiminle ve neyle ilgili olursa olsun bu yaşanmışlık, onun bende bıraktığıdır asıl mevzu…
İşte yazılacak olan bu olmalıydı. Çünkü ihtiyacım olan konu bulmak değildi, hayatın içinde mevzu’ya dokunmaktı.
Mevzu, Osmanlıca sözlükte, Arapça olarak geçer. “Bahis, üzerinde durulan mes’ele.” gibi iki farklı kuvvette mânâsı var ki ikisi de ayrı konu yazmak için…
Yazmak söz konusu ise yazılacak olana konu demeden de olmuyor. Aslında konu sözcüğü sağlam bir türemiş yapıdır Türkçedeki anlamıyla. Üstünde durduğunuz, üzerine konduğunuz ve söz etmeyi seçtiğiniz her neyse o’dur konu. Daha üstten, daha dolaysız, daha net ve daha anlaşılırdır.
Ama anlatılacak olana mevzu dersek, iş değişir.
Konu ve mevzu, eş anlamlı gibi görünseler de tıpkı hayatın içindeki birbirine benzer yaşanmışlıklar gibi, asla aynı değildir verdikleri anlam. Hatta neredeyse yakın anlamlı bile değildir. Konu sığdır, mevzu derin; konu sınırlıdır, mevzu sonsuz; konu yazılır, okunur, konuşulur biter; mevzu, mesele anlamına dayalı olarak sonsuza kadar sürer.
Karşınızdaki kişiyle aranızda konuştuğunuz konu başkadır, onunla olan mevzunuz başka. Konunun sonunda varacağınız bir son ve ondan çıkaracağınız bir sonuç vardır; mevzu ise üstünde durulan olmaktan çok daha ileri bir durumdur. Yol değil, yolculuktur. Tekil değil, çoğuldur. Sığlıktan eser yoktur, derindir. Yaşanmış olan, düşünülen ya da yaşanacak olan, bazen de bilinmeyendir.
Ortada konuşulacak bir konu olması normaldir ama mevzu konuşulan değil; kelimenin tam anlamıyla yaşanandır.
İki insanın arasındaki mevzu, meselenin en hasıdır. Bütün hayatî ilişkiler için böyledir bu.
Öğretmenin öğrenciyle, kardeşin kardeşle; dostun dostla, eşlerin birbirleriyle, sevgililerin sevdikleriyle aralarında bulunanın adı, bilinen tanımlara uygunsa aralarında yaşanandan bir konu çıkar. Sıradan, basit, eşine rastlanır durumlardır bunlar. Ama aralarındaki gerçekten üzerinde düşünülen, kafa yorulan, duygu ve düşünce dolu; bitmeye mahkûm olmayan, sürerlilikle ilerlerken kişiyi geliştiren, büyüten bir durumsa o zaman mevzu, başka mevzu’dur.
Bakın bir kelimenin anlamı üzerinde düşünmek, ne kadar çok kelimeyi yazmak için bulup seçmeye sebep oldu.
Mevzu, derin mevzudur çünkü.
Ne kadar yazdığımızı, tanımladığımızı, anlattığımızı zannetsek de zannetmekle kalırız.
Öğretmenlik yaptığını zannetmekle yapmak, arkadaşlık ettiğini zannetmekle gerçekten etmek, evli olmanın dışında sahiden “eş” olmak ve âşık bir sevgili olduğunu sanmakla gerçekten aşkı yaşamak arasındaki farktır mevzu.
Bu yazıda mevzu bahis olan, mevzunun kendisi…
Hepimiz yüzlerce konuyla haşır neşir oluyoruz hayatın içinde ama kaçımızın gerçekten üstünde düşüneceği, değer vereceği, bitmesini asla istemeyeceği mevzuları var, düşündüm.
Yukarda saydığım ayrıntılara dayanarak, benim var.
Size bunları tek tek de anlatabilirdim ama o zaman her biri ayrı mevzu olurdu.
Hâlbuki hayatın anlamı; içine kimleri ya da neleri yerleştirdiyseniz odur.
Asıl mevzu da budur.