“Çıplak bir vücut herkeste var.” Paul Arden
İstediğimizin adını koyuyoruz çoğu zaman daha iyi bir ev, daha lüks bir araba, daha çok para kazanmak, daha iyi ilişkiler... Tüm isteklerimizi sınırı belli olmayan, nerede durup nerede biteceğini bilmediğimiz bir belirsizlikler silsilesi açığa çıkarıyor. Oysa kendimiz kendimize koyduğumuz sınırlar içinde yaşamayı tercih ediyoruz. Herkesin sınırı kendi zihninde belirlediğince zaman ve mekân içinde genişliyor ya da daralıyor.
Sınırlar üzerinde düşünüyorum son günlerde... Dünyamızı ele alalım mesela, önce kıtalar, sonra ülkeler, şehirler diye bölüp her birinin sınırını net bir şekilde çizmişiz yüzyıllar içinde. Ve bu sınırların içinde yaşam kendi ekosistemlerinde toplumsal karakteristikler geliştirmiş. Kültür ve inanç sistemleri gelişmiş ve kolektif birer zihin geliştirmişiz. Beyoğlu kolektif zihni ile Nişantaşı kolektif zihni arasında Harbiye kolektif zihni var. Evden eve kolektif zihin var. Coğrafi sınırlar kolektif zihinlerin de sınırlarını belirler gibi olmuş ve bu yüzden “tebdil-i mekânda ferahlık vardır” demiş atlarımız.
Oysa değişen dünyada coğrafi sınırlar silikleşmiş... Göç hareketleri kültürleri, farklı kolektif zihinleri birbirine yakınlaştırmış... Önce ötekini yaratmış... Bize yabancı, sistemimizi tanımayan, o bizim dediğimiz alanımızı istila ettiğine inandığımız, küçümsediğimiz “öteki”ni yaratmış... Bu arada onun nezdinde de bizi “öteki”leştirmiş. Bir çeşit anestezi... Ancak anestezi değişkendir. Zaman ve mekânla sınırlıdır. İnsan yaşamı gibi geçicidir. Başlar ve biter. Bittiği yerde, direnme de bitmişse, toplum daha doğrusu yeni bir toplum, yeni bir kolektif zihinle yeniden yeşerecektir. Dünyanın ölüm doğum sürecidir bu.
Tek değişmeyen, belki de farkındalıktır. O sınırları kendimizin yarattığının farkındalığı. Bu farkındalık ise amaca taşır insanı, kendinden özgürleştirir, kendinden kurtarıp sınırsızlığa taşır.
Ötekileştirmenin ve kavganın korkudan kaynaklı olduğunun farkındalığıdır bu. Ve birliğin sevgi kaynaklı olduğunun. Çünkü yanınızdakine sevgiyle elinizi uzattığınız, yüreğinizi açtığınız anda aranızda –zaten hep orada olan o- görünmez bağlar açığa çıkmaya başlar. Bilirsiniz, yoktur onun da sizden bir farkı. Bir yürek... Zamansız ve mekânız bir buluşma noktasıdır sevgi buluşması. Etkileri dünyanın tüm sınırlarını aşan. Sınırlar içinde sınırsızlığı, mekân içinde mekansızlığı deneyimlediğiniz, kendinizi tüm yargılardan serbest bıraktığınız bir anda bulursunuz kendinizi. Orada ne bir eksiklik vardır, ne bir yokluk. Kendi merkezinde, huzurda, tam ve bütün hissettiğiniz yerdir o an. Yuvanıza hoş geldiniz.
Anın tadını çıkarmak bu anlamda çok değerli. Çünkü zaman kendi sınırları ile belirlendi. Gelecek henüz doğmadı. Geçmiş ise bizi bugünde yarattı. Tıpkı, henüz söylenmemiş bir söz gibi, sessiz. Tıpkı, yaratılmamış bir heykel gibi, şekilsiz. Ve tıpkı, karın kalkarak güneşin üzerine ışıması ile artık sıranın ona geldiğini fark etmeyi bekleyen tohum kadar, uyanık, canlı ve bereketli.
“Çıplak bir vücut herkeste var” demiş Saatchi & Saatchi reklam ajansının eski yaratıcı direktörü Paul Arden, nurlar içinde olsun. Önemli olan ona ruh katmak. Yarının ruhunu -sınırlarını ya da sınırsızlığını- bizler şekillendireceğiz bugünkü eylemlerimizle... O yüzden korkudan değil, sevgiden güç alalım her ne ise yolumuz. O sevgi ki hayat veren yaşama... O sevgi ki, birleştiren yürekleri, akılları, kişileri, toplumları. O sevgi ki, birleştiren dünyayı.