Anavatanı Türkiye deyip yazıyı noktalamak da var ancak stres, tarih coğrafya demeden tüm dünyayı kaplamış vaziyette. Sadece yoğunluk, bölgesel şartlara göre artabiliyor. Savaşlar, facialar, felaketler, sosyal medya, travmalar, engellenmişlikler, refahın ve hijyenin uzak olduğu her yer…
Son yıllarda ise Türkiye bu anlamda birçok ülkeyi geride bırakarak stres şartlarını zirveye taşıdı. Suriyeliler, sessiz ve derinden ilerleyen ekonomik kriz, artan işsizlik sorunu, kutuplaşma derken her iki insandan biri değil, artık her insan az ya da çok stresin girdabında yaşıyor.
Uzmanların işaret ettiği ise stres koşullarına nispeten daha dayanıklı olanlar, aile içi şiddetten uzak büyümüş yetişkinler. Geçimsizliğin zirve yaptığı ailelerde büyüyenlerin ise stres girdabına kapılması çok daha kolay.
Yani daha ufacıkken gördükleriniz ve yaşadıklarınız sizi ya ileri atıyor ya da geriye şiddetle savuruyor. Maziyi hatırlayıp hatırlamamanız önemli bile değil…
Bizi biz yapan proteinler kaderimizi bizzat çiziyor. Bu da anne ve babadan ve dolayısıyla atalarımızdan gelen gen haritamız. Üstelik maddi olan ya da itibar içeren mirastan çok daha etkili.
Son günlerde malum tıpta ilerlemeler, insanın kendini daha iyi tanıması ve çözüm üretmeye yönelmesi üzerine araştırmalar bir dolu veri getiriyor önümüze. Sosyal medya ise bu alan için pazar yeri gibi… Ne ararsak var ama hangisi sana göre? Ruhsal olarak mı ilerleyeceksin, bedensel mi? Yoksa başka başka yöntemler mi?
Mesela sevdiğim felsefecilerden Diyojen için öncelikle beden kuvvetli olmalı. En önemli gerçeğin var olmak. Ve özünü olgunlaştırmak. Bunu da kendini bilerek yapabilmen, üstelik onun savunduğu özünü olgunlaştırmadan alınan eğitimin, okunan türlü kitapların insan üzerinde felaketlere yol açtığı şeklinde. Bir açıdan doğru söylüyor olabilir. Her bilgiyi kendi gerçeğine göre yorumlayan çeşit çeşit zihinler var. En önemlisi zaten bilgiyi kendinden geçiren insan. Kendisini bilgiden geçirmediği dünyaya bakınca kesin gibi... Dolayısıyla bilginin de masumiyetini sayemizde yitirdiğini söylemek yanlış olmaz.
Benim dikkatimi çeken ise stresle mücadele ya da adı her neyse onu nasıl yönetebiliriz meselesi!
Öncelikle stresten kaç demekle olmuyor. Neyin stres olduğunu da tanımlamamız lazım. Yani benim stresim sizinkiyle hiç örtüşmeyebilir. Ben açken sen de tokken stresli olabilirsin, bu en basiti... Fakat oldu ya bir vesile depresyona girdik. Hafifi ya da ağırı artık her neyse biri mutlaka oluyormuş. Belki farkında bile olmayabiliriz. Ancak en önemlisi depresyondan çıkmak öncelikle hepimiz için insani bir sorumluluk. Çünkü akışına bırakırsan depresyonun sonu Alzheimer’a kadar gidebiliyormuş.
Özellikle şehirde yaşayanlar zaten sürekli az ya da çok sayılabilecek ölçülerde depresyona muhtemelen sahipler. Hatta süreklilik arz ettiğinden artık farkında değiliz, varlığımızın parçası gibi taşıyor da olabiliriz.
Metropol salgını sayılan depresyonun en büyük tetikleyicisi sıkışmak, sıkışıklık hissi. Şehirde boğazımızı sıkan görünmez eller gibi… Ayrıca sıkışıklık hissi bununla da kalmayıp üretimimizi durdurup kısırlığı da başlatıyormuş. Öncelikle yumurta ve sperm sorunları baş gösteriyor. Öğrenme bozukluğu ortaya çıkıyormuş. Çünkü stresten bozulan bellek, stres hormonu olan kortizon yani böbrek üstü bezinden salgılanan kortizon, beyni küçülten sinir hücrelerini öldüren hormona dönüşüyor. Bu üretimi üremekle de kısıtlamayalım. Bedenden hayata da yansıyan vasatlık, aynı işlerin tekrarı, düşünemeyen beyinlere kadar birçok gerçek var. Atıl bırakıyor ve hastalık gibi her yere yayılıyor.
Sevgili gökdelen hayatları, yüksek yerlerde yaşam gibi faktörleri de ayrıca eklersek stresi yok etmeden depresyondan çıkış mümkün olamıyor.
En ürkütücü bilgi ise stres ve depresyonun devamı beyinde protein azalmasına yol açtığından bu direk akıl hastalığı anlamına geliyor. Stresin bu derece sinsi olduğunun farkında değildim bir dolu makale okuyana kadar. Artık eskisi gibi tat almıyor, eskisi gibi olmadığını düşünüyorsanız belki muhakkak öyledir lakin stres sizi ele geçirmiş tüm hızla depresyona sokmuş da olabilir. Ve depresyonda olduğunuzun farkında bile olmayabilirsiniz.
Size bir dolu öneri sunmak isterdim fakat güneşten faydalanmak bunların en iyisi. Bir de yürümek. En kriz anımda bir dönem düzenli yaptığım yoganın faydası olmuştu. Belki beş dakikalık meditasyon. Güzel telkin veren dostlar. Ve kendi içinde durabilmen. Bunu anlatmak çok kolay değil fakat duranlar ya da bir süredir unutanlar anlayacaktır.